Önümüzdeki 25 Nisan günü Çanakkale Savaşı’nın kara safhasında alınan zaferin yıl dönümüdür. 18 Mart’ta deniz harekâtında başarısızlığa uğrayan ve Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen İtilaf Devletleri bu kez karadan çıkarma yaparak amaçlarına ulaşmaya çalışmıştır. 

25 Nisan sabahı İtilaf kuvvetleri hücuma kalkmıştır. Arıburnu bölgesinden top sesleri duyulmaya başlamıştır. Çanakkale’ye saat 05.30 civarında ayak basan düşman çıkarma birlikleri 09.45’te ise karşılarında Yarbay Mustafa Kemâl’i ve 57. Alayı bulmuşlardır.

Mustafa Kemâl Bey Conkbayırı’na geldiği zaman kıyıdaki gözetleme erlerinin cephaneleri kalmadığı için geri çekilmekte olduklarını görmüş, onları kendilerini takip eden düşmana karşı yatırarak zaman kazanmış ve 57. Piyade Alayı’nı düşmana taarruz ettirmiştir. 

İtilaf orduları karaya çıkmaya çalışırken siperlerdeki Türk kuvvetleri ise onları püskürtmek için elinden geleni yapmakta ancak cephane azalmaktaydı. Bu sırada durumu gören Mustafa Kemâl Bey, düşmanı ne olursa olsun karaya çıkarmamak için herkesin bildiği o kat’i emri vermekte bir an tereddüt göstermeyecektir: “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve kumandanlar alabilir.”

İşte bu cümleler Türk’ün kudretinin ve kahramanlığının ne şekilde tecelli ettiğinin ifadesidir. Nutuk’ta o taarruz şöyle anlatılmaktadır: “Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikinci siperdekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok.”

Bu nasıl bir manevî kuvvet, bu nasıl bir kudret! Mehmed Âkif Çanakkale Savaşı’nı şiire dökerken ilhamını işte bu kudretten almıştır:

“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 

Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.”

Çanakkale cephesi teknolojik olarak düşman kuvvetlerinden çok geri toplarla tahkim edilmişti. Asker günlerce, haftalarca siperde kaldı. Uyudu, uyandı, savaştı. Yiyeceği çoğu zaman günde bir somun ekmek, bir tas buğday çorbası ve üzüm hoşafıydı. Bazen o bile yoktu. Temiz su bulamadı, arkadaşlarının kanıyla ıslanmış toprakla teyemmüm etti. Siperde seccadesi yok, uğruna savaştığı adına vatan dediği toprağa alnını değdirerek namazını kıldı.

Aralarında lise çağında olanlar vardır. Bu gençler silâh tutacak kabiliyette oldukları için ihtiyaç olarak cepheye çağrılırlar. Ülkenin birçok şehrinden lise talebeleri, vücutlarına sığmayacak kadar büyük ruhlarıyla korkusuzca mukaddesat uğruna savaşmaya gittiler. Bu şehirlerden biri de Trabzon’dur. Öğrencilerinin büyük bir kısmının Çanakkale Cephesi’ne gitmesi ve savaşta şehit düşüp geri dönememesi sebebiyle birçok lise gibi Trabzon Lisesi o yıl mezun verememiştir. Çünkü onlar diplomalarını en üst derecede, şehadetle alarak mezun olmuşlardır. 

Çanakkale Zaferi karşılığında en çok insan kaybına maruz kaldığımız bir zaferdir. Anadolu'dan ve özellikle İstanbul'dan akın alan gönüllü öğretmen, Mülkiyeli ve Tıbbiyeli öğrenciler, Türk Ocakları'nda yetişmiş okur-yazarlar, aydınlar bu savaşa katılmış ve can vermiştir. Yetişmiş bir nesil vatan için Çanakkale toprağına serilmiştir. 

Bu zaferle birkaç yıl sonra başlayacak Millî Mücadele’nin ilk meşalesi yakılmıştır. Çanakkale ruhu buradan Millî Mücadele’ye sirayet edecektir. Bu savaşın en önemli sonuçlarından biri de Anafartalar Kahramanı olarak ün kazanan Mustafa Kemâl isminin öne çıkmasıdır. Çanakkale’deki başarısını gören bu millet ona güvenecek ve Millî Mücadele’de etrafında kenetlenecektir. 

Bu kanlı zafer Cumhuriyet’in kurulmasından sonra her yıl anılmaya başlamıştır. Ancak 1932 yılında Gülcemal vapuruyla devlet heyetinin Çanakkale sahilinden şehitliklere bakıp geri dönmesi Türk milliyetçilerinde büyük bir öfkeye sebep olmuştur. O yıllarda 20’li yaşlarda bir Türkçü genç beraberinde kız-erkek 8 arkadaşıyla 1933 yazında İstanbul’dan vapurla Çanakkale’ye gelmişler ve günlerce o günkü koşullarda yürüyerek savaş alanlarını adım adım, siper siper gezmişlerdir. Bu genç kim midir? O isim Nihâl Atsız’dır! Atsız ve arkadaşlarının bu örnek teşkil eden davranışı gençlik arasında ses getirmiş ve ardından MTTB’nin öncülüğünde her sene muntazaman olarak “Çanakkale’ye Yürüyüş”ler düzenlenmeye başlanmıştır.

Türk genci bundan sonra kendi varlığını Çanakkale’de arayacaktır. Çünkü Çanakkale artık ne bir yer ismi ne de bir savaşın adıdır. Çanakkale bir ruh, millî ve manevi duyguların en bariz ifadesidir.