Bugünlerde “kayıtlı-kayıtsız göçmenlerin-sığınmacıların” ülkelerine gönderilmesi tartışılırken, nedense iktidar ve yandaşı basın-yayın organları “ülkelerine dönsünler” diyenleri “ırkçılıkla” suçluyor, itham ediyor, “bunu yapmaya hakkınız yok” demeye getiriyorlar.

Kıraldan çok kıralcı olmanın anlamı nedir? Başkaları için kendi insanını feda etmek ya da yok saymak! Bu ülkede on iki milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor; çalışanların %50’si asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Beş yıl önce Cumhurbaşkanı salt Suriyelilere kırk milyar dolar harcama yapıldığını açıklamıştı. Şimdi de yardımcıları “bir buçuk milyar Müslüman kardeşimizin sorumluluğu üzerimizde ve onlara yardım ediyoruz” diyorlar. Bilirsiniz: “Ekmeği yok yemeye, tahtı revanla gider su içmeye” derler. / “Siz, bizim için iktidarsınız; sizi biz getirdik, oraya çıkardık, onlar değil. Ekmeğimizi vermek ve korumak zorundasınız.”
Yardım, “kendi halkından keserek başka halklara ekmek vermek” değildir. Fazla “ekmeğin” varsa, elbette yardım etmek bir insanlık görevi, bir komşuluk borcudur. Halkın muhtaçken, halkın açken, halkın çöplükten, askıdan ekmek, pazardan sebze toplarken başkalarına yardım etmek, “kimse kusura bakmasın”, ahmaklıktır, kibirdir, kendini beğenmişliktir, desinler diye hareket etmektir. Dört yıldır enflasyon %20’den %70’e çıktı, her şeyin fiyatı %300 arttı. Memura-işçiye verdiğiniz ve çok övündüğünüz “bayram ikramiyelerinde” yüz liralık bir artışla yetindiniz ve kaldınız. “Elinizi vicdanınıza koyun” demiyorum, (vicdanın olmadığını gördüm), “%20’den %70’e çıkan enflasyona karşılık” hiçbir artış yapmadınız. Halkınıza vermediğinizi, “yardım” diye başkalarına vermek, halkından çok başkalarını sevmektir, halkla alay etmektir.
Açken, karın guruldarken, bağırsaklar konuşurken kayıtlı-kayıtsız göçmenlerin gitmesini istemek ırkçılık değil, ekmek davasını görebilmektir. Hayır deyip direnmek, ısrar etmek, pahalılığı, enflasyonu, açlığı, beceriksizliği, başarısızlığı, ekmek davasını “ırkçılık” gibi çok tehlikeli bir kavramla “örtmek, gizlemek” demektir.

Irkçılık, “kendi ırkını öteki ırklardan üstün görme, insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeme ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne sürmedir.” “Göçmenler gitsin” demek “ırklara göre” insanları ayırmak, üstün veya alçak görmek değil, “bölüşecek kadar ekmeğim yok demektir.”

Göçmen, kendi yurdunu bırakıp, yerleşmek üzere başka bir ülkeye göçen kimse, aile ya da topluluktur. Yasal olmayan yollarla da gelenler var. Sığınmacı, siyasal nedenlerle kaçıp gelen insanlar. (Dikkat edilirse bu iki kavram Türk, Kürt, Arap, Afgan gibi ırk özelliklerini vurgulayan bir iz, bir işaret taşımıyor. Konuyu çarpıtmak, ekmek davasını kirletmek için ‘ırkçılık’ deyip ortalığı bulandırıyorlar) Ortak kullanılan alanlarda kültürel farklılıklardan doğan sıkıntıları, çatışmaları, sorunları görmezden geliyorlar. Her gün gazete ve televizyon kanallarında acı da olsa yaşanılanları haber olarak görüyoruz.
Kimi yazarlar, “göçmenlerin ülkelerine gönderilmesini” “ırkçılık” diye tanımlarken, özellikle seçtikleri “Arap, Afgan” isimlerini kullanıyorlar. Onlar da çok iyi biliyorlar ki bizim Suriye ve Afgan halklarıyla hiçbir sorunumuz yok. Bizim sorunumuz, gelen teröristlere ve masum olanlara yedireceğimiz kadar ekmeğimizin olmamasıdır. Bizim sorunumuz, birlikte çalışacağımız kadar iş alanlarımızın, fabrikalarımızın, atölyelerimizin, tezgahlarımızın bulunmayışıdır. Yaşam tarzlarımızdan doğan çatışmalardır.

“Irkçılık yapıyorlar” diye karşı çıkıp “göçmenleri, sığınmacıları” sözüm ona korumaya çalışanlar, sağlıksız yerlerde oturup yaşamalarına, boğaz tokluğuna çalıştırılarak haklarının verilmeyişine, emeklerinin sömürülmesine, sigortasız çalıştırılmalarına ses çıkarmayanlardır. Bunlar, “ülkelerine gönderilsin” önerisine ırkçılık diyenlerdir, “Avrupa Birliği yardım etmiyor, Birleşmiş Milletler desteklemiyor” diye de bas bas bağıranlardır.
Kayıtlı-kayıtsız göçmen sayısının on milyona yaklaştığı ülkemizde demografik yapıyı bozmak / sosyal ve kültürel yaşamı yozlaştırmak, / ahlaki erozyona uğramadaki etkinliği “yok saymak” / yerli halkın yaşam alanına müdahale etmek, / bunları görmezden gelerek “ırkçılık” demek, / milletin yetersiz ekmeğini paylaşmak kafayı kuma gömmektir.
Sorun bu halkın ekmeği, çalışması, geçimi, huzuru ve rahatı değil de, “göçmenlerin karnının doyması, çalışması, barınması, rahatı ve huzuru mudur? Sorun bu ülke çocuklarının eğitimi, okulu, yurdu, bursu, ihtiyaçlarının karşılanması mı, göçmene, kayıtlı-kayıtsız sığınmacıya ev, okul, sağlık hizmeti sunulması mıdır? Ekmeğinden, gelirinden, kazancından, yaşam konforundan kesip göçmene vermek halkı bile bile pahalılığa, enflasyona ezdirmek demektir.
Birbirimizi aldatıp kandırmaya gerek yok: Açık sözlü olarak gerçeği görmek zorundayız. Bir ayda papatya falı gibi “gidecek gitmeyecek, dönecek dönmeyecek” düşünce değişimi içinde olan kararsızlarla göçmen-sığınmacı sorunu çözemeyiz, halk için sağlıklı kararlar alamayız.
NOT: On bir yıl önce başlayan ve Türkiye’ye gelen göçmen-sığınmacılar “dört milyon civarında” deniyordu. O zaman doğan çocuklar bugün on bir yaşında. Hep aynı rakam etrafında dolanıyorlar. Bu insanlar hiç “doğum yapmıyorlar mı?”

Sevgi ve sağlıkla kalın…