Samuel Beckett tarafından 1949 yılında yazılan ve 1953 yılında Paris’te ilk kez sahnelenen Godot’yu Beklerken, açıkçası tüm sanat tarihinin en başarılı varoluşçu eserlerinden biridir.

Oyunda gelişen olayların konusu, Vladimir (Didi) ve Estragon (Gogo) ikilisinin Godot’yu beklemesi üzerine şekillenir.

Oyunda yer alan diğer karakterler ise Pozzo (efendi rolünde), Lucky (köle rolünde) ve yalnızca iki sahnede gördüğümüz Haberci rolündeki Çocuk ‘tur.

Çocuk: Umudu imgelemek için kullanılan haberci karakteridir.

Varoluşçu felsefenin en başarılı eserlerinden biri olan Godot’yu Beklerken, yine bu düşünce sisteminin doğurduğu ve varoluş sancısı dediğimiz; bireyin, varoluşun anlamsızlığı karşısında çaresiz kalmasını konu edinmektedir.

Avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşmiştir.

Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları Vladimir ve Estragon, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışır.

Her gün yinelenen bu ritüelde bellek, işlevini yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar.

Vladimir (Didi) ve Estragon (Gogo) adlı oyunun iki karakterinin bir ağaç dibinde Godot’yu beklemesi.

Fakat Godot gelmez, Godot zaten gelmeyecektir, belkide Godot yoktur, bilemiyoruz.

Godot’yu beklerken, Vladimir ve Estragon arasında geçen zekadan yoksun, anlamsız, gereksiz, yersiz ve saçma konuşmalar geçer.

Aslında bu konuşmalar hiçte anlamsız değildir.

Sadece anlamak için bakmak değil görmek gerekmektedir.

Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya “şeyi” beklemelerini konu alan en önemli absürt tiyatro eserlerinden biridir.

Bir gün gelip bizleri içinde bulunduğumuz varlıklar dünyasından alıp bir yerlere götürecek olan şahsiyet.

Beckett’in başyapıtında onu bekleyen insanların yaşamları büyük bir ustalıkla betimlenmiş, sürekli bir huzursuzluk, absürt bir umut, pes etmeyen, pes edeni de sevmeyen bir zihniyet, nihilizmin diplerinde dolaşan düşünceler ile meydana gelen biz neyiz?

Nereye gideriz fikrinin esaretini yansıtan bu oyun bize neyi anlatır? Ölüm, bizlere ne uzak ne yakındır.

Ölüm hepimizin bir gün tanışacağı ama şimdilik tanımıyorum, hiç görmedim diyeceği bir yabancıdır.

Umut, bizlere ne tanıdık ne yabancıdır.

Yürüdüğümüz yolun kimimize uzak kimimize yakın bir habercisidir.

Herkesin bir Godot’u vardır elbet.

Artık kimse, neyse, neredeyse...

Ölüm ile de umut ile de.

İnsan, zaman ve bekleyiş aynı anda aynı noktada birleştiklerinde ortaya iki ihtimalli bir sonuç çıkar.

Yaşam ve ölüm...