Özellikle Osmanlı Devleti’nin yükselişte olduğu, bolluk ve bereket dönemlerinde ramazanlar hemen hemen her kesin için bayram gibi geçerdi. Sarayın, konakların, yalıların kapıları iftar saatlerinde herkese açık olur ve gelen misafirler hürmetle kabul edilirdi. Hatta konak sahiplerinin misafir olmadığında iftar sofrasına oturmak istemediği söylenir.

İftar sofralarında ise ayrım yapılmamasına özen gösterilirdi. Paşalara, devlet büyüklerine sunulan ikram ve izzettin aynısı yoksullara da sunulurdu. Örneğin yardımseverliği ile bilinen ve eşi kısa bir dönem de olsa sadrazamlık yapmış olan Zeynep Hanım bu konuda çok ünlüydü. Zeynep Hanım ayrıca Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın en küçük kızıydı. Hayır ve yardım işlerinden hiç geri durmazdı. Öyle ki eşi Yusuf Kamil Paşa ile beraber Üsküdar’da satın aldıkları arsaya yaklaşık 100 yataklı bir hastane kurup ücretsiz şifa dağıtıyorlardı. İstanbul’un ilk özel hayır kurumu olan bu hastane günümüzde bulunduğu semte de adını veren, Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’dir.

1868 yılının ramazan ayında Zeynep Hanım ve Yusuf Kamil Paşa’nın verdikleri iftar sofrası dilden dile dolanıp Sultan Abdülaziz’in kulağına gider. Bunun üzerine Sultan, kısa bir süre (4 Ay) sadrazamlığını yapan Yusuf Kamil Paşa’nın iftarına gitmeye karar verir. Vezneciler’de 1865 yılında tamamlanan ve Zeynep Hanım Konağı olarak da bilinen taş konağa, iftara kısa bir süre kala haber vermeden gider. Ve anlatılar gibi sultanlara yaraşır bir sofrayla, izzeti ikramla karşılaşır.

Osmanlı’da ev sahipleri ramazanda evlerinin kapısını açmakla kalmaz. Misafirlerine, sevap kazanmalarına vesile oldukları için hediyeler de verirdi. Ev sahibinin bütçesine göre verilen bu hediyelere diş kirası denirdi. Hediye genellikle havlu, mendil veya çorabın kenarına iliştirilmiş altın para veya gümüş akçe olurdu. Ancak mali duruma göre gümüş tabaklar, kehribar tespihler, ipek mendiller, yüzükler de hediye olarak verilirdi. Yusuf Kamil Paşa ve Zeynep Hanım çifti, verdikleri diş kiraları ile de ün yapmıştı.

Sultan Abdülaziz iftar sofrasından oldukça memnun kalmıştı. İş, teravih namazına gidilmeden önce verilen diş kirasına gelmişti. Bir Sultan’a diş kirası olarak ne verilebilir? Üstelik Sultan habersiz gelmişti.

Bir tepsi içinde Zeynep Hanımın takıları dâhil olmak üzere bütün değerli eşyalar, evin ve emlakların tapusu yani bütün mal varlıkları ve bunun yanında bir adet el yazması Kuran-ı Kerim, Sultan’a ikram edilir. Gerçekten de Yusuf Kamil Paşa ve Zeynep Hanım herkesin gönlünü yapıyordu. Sultan bu hareketten de oldukça memnun kalır. Kuran-ı Kerim’i kabul eder ve geri kalan hediyeleri tekrar Paşa’ya iade eder.

Ramazan ayında verilen diş kirası ile ilgili bir başka örnek ise Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşanır. Bu dönemde sadrazamlık yapan Mahmut Paşa iftar sofrası için hazırlanan pilava bir kese gümüş ve altın para karıştırırmış. Bu sebeple Mahmut Paşa’nın verdiği iftarlar oldukça ilgi görürmüş. “Kısmetin de olanın kaşığında çıkar” sözünün buradan geldiği rivayet edilir.

11. yüzyılda yazılan Kutadgu Bilig’de bile bahsedilen diş kirası zamanla yardım ve hayır olarak dağıtılma geleneğinden uzaklaşarak itibar göstergesi haline bürünür. Eski gücünü kaybeden Osmanlı ile beraber de giderek azalmaya başlar. II. Meşrutiyet’ten sonra önce saraydan, sonra ise âdeti uygulayacak konak sahiplerinin kalamaması nedeniyle toplumdan yavaşça kaybolur.

Diş kirası ile ev düzen, düğün yapan, yıllık kirasını veren yoksullar olduğu düşünüldüğünde eski ramazanların nasıl hevesle beklendiğini, nasıl sevinçlere vesile olduğunu tahmin etmek güç değil.

Günümüzde de ramazan ayı elbette ki birçok hayır ve yardıma sebep oluyor ancak yıllardır ramazan denince akla gelen ilk söz: “Nerede o eski ramazanlar?”