Bu ayki Trabzonspor Dergisi’ne Şalpazarı Ağasar bölgesini yazdım.

Lakin bu şehrin güzelliklerini yazmamız eleştiri yapmamızı engellemez.

Film de çeksek, kitap da yazsak bir gazeteciyiz nihayetinde...

Şehrimizin en güzel hikâyelerini hem yazıp hem de çekerken tüketmeye başladığımız bu zenginlikleri çok arayacağız.

Her şeyin maddeselleştiği, betonlaştığı ve siyasileştiği bu dönemlerde yapay gündemlerle oyalandırılıp duruyoruz.

Bu güzel şehrimizin yeni bir ucubesi daha yapılıyor.

Yoğun bir şekilde özveriyle yapılan bu çalışma sayesinde Arafilboyu ve Yenicuma Mahallesi yok edildi.

Viyadük ayakları muhteşem bir sanat abidesi gibi yükseliyor artık bu kadim şehirde.

Bu şehirde doğup büyüyen bütün insanların geçmişi anıları yok ediliyor. Yeni bir stat uğruna futbol mabedimiz tarumar edildi. Yeni doğa harikası sahillerimiz yapılıyor. Sanki hiç toprağımız yokmuş gibi ne olduğunu kimsenin bilmediği bilmem ne projesi için deniz dolduruluyor.

Siyasi rantların peşinde koşan seçtiğimiz başkanlar ve vekillerimiz ne kadar yetersizse, bu kadar katliama ses çıkarmayan bizlerinde bunda suçu var.

4000 yıllık geçmişiyle öğündüğümüz bu şehri lime lime ederek katlettik.

Eskişehir’de de 20 yıldır Belediye Başkanlığı yapan Yılmaz Büyükerşen de 400 yıllık tarihî geçmişi bile olmayan bir bozkır şehrini dünyanın en güzel şehirlerinden birini yaptı.

Eskişehir halkı her dönem onu seçiyor, biz de önümüze koyulanı koyun gibi seçiyoruz. 

Fark burada işte.

Ortak değerlerimizi bir bir kaybederken hep kendimizle savaştık.

Hiçbir şeyi sorgulamadık.

Bir Trabzonspor’a dahi sahip çıkamadık.

Kendi değerlerimize çocuklarımıza küfür ederken yabancı cennetine çevirdik kulübü.

Geçen sonbahar çektiğim Haydee Vargit adlı filmi bitirmeye çalışıyorum.

Çok zorlukla çektiğim bu filmde hikaye daha çok Şalpazarı Ağasar bölgesinde geçiyor.

Bu güzel coğrafyanın görselliğini büyüleyici bir şekilde anlatmaya çalıştım.

Bu bölgenin tanıtımına çok büyük emekler veriyorum.

Ağasarlı değilim. Maçkalı sayılırım.

Kendi bölgeme göstermediğim ilgiyi ve tanıtımı bu bölge için yaptım hep.

Yaptığım çalışmalar (film, kitap, sergiler) hep bu yeri ve insanlarını anlatıyordu.

Doğasının güzelliği, folklorik kültürü, insanlarının misafirperverliği beni hep umutlandırıyordu.

Hep bir şeyler yapmak istiyordum.

Bunları yaparken bu vadinin güzel çocuklarını hiç unutmadım.

Trabzon’a uzaklığı 70 km olan bu bölgedeki çocukların hayallerini süsleyen çoğu şeyi yapmak için çok uğraştım.

Otobüsler tutarak, yemeklerini yedirerek, kıyafetlerini, okul malzemelerini de alarak Trabzon'a sinemaya, tiyatroya ve Trabzonspor’un maçlarına götürdük bir kaç kişinin de desteğiyle.

Çoğu Trabzon’u dahi görmeyen bu çocukların mutluluğu benim için en büyük güzellikti. 

Geleneksel yaşamın içerisinde küçük çapta hayvancılık yapan bu yöre insanlarının gelir seviyesi oldukça düşüktür.

Çoğu gurbette hayatını kazanarak yürekten bağlı olduğu bu topraklara dönmeye çalışıyor. 

Başka diyardaki insanlara bu bölgeyi, keşfedilmemiş cennet diye gösterip anlatıyorum. Dergideki yazımda da bunu anlattım.

Lakin bunları yaparken bu bölgenin yönetenleri ve ileri gelenleri de bu duyarlılığa biraz ortak olur çaba gösterirseler bizim yükümüz daha hafifler.  Yazımı da dergiden okuyun artık.

Bu kadar sitemden sonra yayınlamam ayıp olurdu.