Karanlığa Bir Mum Yakın

              Dünyanın en yüksek tepesi Everest 8 bin 848 metre yüksekliğindedir. 200 metre daha yüksek olsa çıkmak mümkün olmayacaktı çünkü insan fizyolojisinin sınırı burası. 18 farklı güzergâh ile yaklaşık 40 gün sürüyor bu yolculuk. Peki neden bu tepeye bir helikopter ile çıkıp, resim çekilip Everest’e çıktım demiyor bu insanlar? Çünkü emek ve mücadele vermeden ruh zirveye ulaşamıyor. 


Potansiyel, baskı altında ortaya çıkar. Konfor alanından yüksek potansiyel çıkmaz. Eğitimin konforu olmaz çünkü konfor ezberdir, sadece davranışı değiştirir. Ama bilgi ezberi bozar, akıl ve mantığın yenilenmesini sağlar. Öz yeterlilik kelimesi özgüven kelimesinden daha kıymetlidir. Çünkü öz yeterlilik başarıya giderken, özgüven başarıdan sonra ihtiyaç duyulan duygudur. İşte o tepeye uçarak gidenler özgüvenin verdiği duyguyla sadece oraya gittim demek isteyenlerdir. Ama o tepeye 40 günde sürünerek kazıya kazıya çıkanlar öz yeterliliğini bulmak için zihnin ve bilginin arayışında olanlardır.   


 Eğitim sitemi içerisinde eğiten ile eğitilen bağı nasıl potansiyel bir güce ulaştırılır? İlk önce başarı ile zehirlenmiş olan eğitici düzeni değiştirmemiz gerekiyor. Çünkü başarısızlık yol göstericidir. Başarısızlık olmadan sınırlarımızı zorlayamamayız. Başarısızlık, eğitim sistemimiz içerisinde ki karşılığı işe yaramaz çocuklar demektir. Aslında hedef başarmak olmamalıdır. Hedef, kitlesel olarak eğitim sistemimizin içindeki bu yıkıntıyı ortadan kaldırıp, bu ülkenin gençlerine sınırlarını zorlamayı, potansiyel gücünün farkına varmayı, mücadele etmeyi, denemeyi, zorluklara direnmemeyi, becerilerinin farkına varmayı öğretmemiz gerekir. Yani hedefi gösteren eğitim sistemi anlayışından yolu gösteren eğitim sistemine geçmeliyiz. Bu kültüre ulaşamadığımız noktada aramıza hiç tanımadığımız sanal bir kuşak karışıyor. Gençlerin sadece çok para kazanmak ve popüler olmak ya da tanınmış biri olmak gibi sığ hedeflerinin içerisinde başarısızlığına mağlup olmuş ve kendi yoksunluğunu kabul etmiş, stres deposu, kaygı dolu bir nesil ile karşı karşıya kalacağız. Yanlış eğitim kültürel bir yozlaşmayı da peşinden sürükleyecektir. Böylece kalabalığın içinde var olma fikri ‘Düşünüyorum öyleyse varım ideasından görünüyorum öyleyse varım’ düşüncesi vitrinlerde yerini çoktan aldı. Peki düşünmek yerine görünmek isteyen bir kuşak bir kültürün çöküşünü nasıl sağlar?


         1975 yılında özel kanunla ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verilmiş olan Oktay Sinanoğlu Bakın ne diyor;


‘Bir millet her nesilde yeniden doğar. Bir milleti yaşatan kendi gelenekleri birlerce yıllık gelmiş süzme süzme kültürüdür. Kültür Hakkâri’de bale gösterisi yapmak demek değildir. Kültür arada bir konsere gidip hava atmak demek değildir. Çağdaşlık Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek demek değildir. Bu ülkede böyle sahte aydın, sahte çağdaş sınıfı yaratılmıştır. Toplum, kültür ve din mühendisleriyle dizayn edilen bir sistemin içinde kaybolup gidiyoruz.  1953 yılından sonra eğitim tamamıyla ABD danışmanlarının eliyle hala everiliyor.’ 


     Bir ülkenin Aydın (Elitist) kesimi ile halkı arasında bir kopukluk yaratılırsa eğitim sistemi çöker. Çünkü halk bir konuda bilgi ve tecrübe sahibi olan aydınlarına inanmak yerine ona acı çekmeyeceğini söyleyen toplum, kültür ve din tüccarlarına el acar. Bu sayede sahte Aydın sınıfı gerçek Elitistleri ekarte etmiş olur. Böylece sistem çöker, ışıklar söner, karanlık bir dönem başlamış olur. Ama bu çöküşe dur diyebiliriz. Belki yaktığımız bir mum gökyüzünü aydınlatıp bizi karanlıktan kurtarmaya yetmeyecek ama önümüzü görmemizi sağlayacaktır. 


Kaynak: Prof. Oktay SİNANOĞLU, Psikolog Acar BALTAŞ