Yapılar, sadece mimari özellikleri, estetik görüntüleri ile değil hikâyeleri ile de değerlidirler. Öyle ki Amasya’da bulunan Türkiye’nin ilk ve tek âşıklar müzesi olan Ferhat ile Şirin Âşıklar Müzesi’nde bir köy çeşmesi sergilenir. Bu olağan çeşme sevdalıların buluşma adresi olduğu, nice aşklara ve hüzünlere tanıklık ettiği gerekçesi ile müzeye taşınmıştır. Örneğin Ağrı’nın Taşlıçay ilçesinde yıllardır bir barakada yaşayan Memiş Dayı’nın inzivaya çekilme sebebi çeşme başında görüp âşık olduğu kıza kavuşamamasıdır. Memiş Dayı tam olarak ne zaman ulusal basının dikkatini çekti bilinmez ama hemen hemen her sevgililer günü öncesi ulusal basın tarafından hatırlanır. Barakası ziyaret edilir. Bir sonraki sevgililer gününe tekrar kadar yalnızlığına geri bırakılır. 

Bunun gibi birçok hatırada önemli bir yeri, kültürümüzde yadsınamaz simgesel bir değeri vardır çeşmelerin. Her ne kadar günümüz modern yaşantısı ve plastik şişede su satma kaygısı ile önemini yitirse de geçmişin izleri olarak birçok alanda karşımıza çıkar çeşmeler. Balkanlar’dan Kafkaslara kadar türkülerimizde, bazı bazı ağıtlarda… Dönem filmlerinin en vurgulu sahnelerinde... Aile anılarının en hararetli yerlerinde…

İşte vakti zamanında o çeşmelerden birinin yanı başında, İstanbul Azapkapı’da, testisi kırılmış bir kız çocuğu hüngür hüngür ağlamaktadır. Rivayete göre kız çocuğu,  bir yandan gözyaşı döküyor bir yandan testisini toplamaya çalışıyordur. Kız çocuğunu gören yoldan geçmekte olan bir kadın yolcu, yolunu değiştirip kızın yanına varır. Anne şefkati ile üzülmemesini, ona fazlasıyla yetecek kadar testi parası vereceğini, böylelikle istediği kadar testi alabileceğini söyler. Kız çocuğu ise testi için ağlamadığını, kendisine her zaman hoşgörü ile yaklaşan ev halkına su götüremeyecek kadar beceriksiz olduğu için ağladığını söyler.

Kadın yolcu, küçük çocuğun sahip olduğu bu sorumluluk bilincinden oldukça etkilenir. Ufak bir araştırma yaptırır. Kız çocuğun öksüz ve yetim olduğunu, bir aile tarafından sahiplenildiğini öğrenince de çocuğun kaldığı fakirhaneye gitmeye karar verir. Aileyi ziyaret eder ve aile halkına kızı saraya aldırmak istediğini söyler. Teklifi yapan kadın, Osmanlı Padişahı IV. Mehmet’in eşi Gülnuş Valide Sultan olunca teklif geri çevrilmez haliyle. 

Tırtıl tam dünyanın sonunun geldiğini düşünmüştü ki; kelebeğe dönüştü!

Beceriksiz olduğu için gözyaşı döken küçük kız çocuğu sarayın yolunu tutar. Eğitimini sarayda alır. Büyüyünce güzelliği ve iyi ahlakıyla dikkat çekince de Gülnuş Sultan tarafından oğlu Şehzade II. Mustafa’yla evlendirilir. II. Mustafa 1695 yılında tahta çıkınca Azapkapı’nın fakir kızı artık Devlet-i Aliyye Osmaniye’ye Sultan olur. Saliha Sultan…

Çalınan her kapı açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı.

Saliha Sultan eşinin tahtta olduğu dönemde testisinin kırıldığı Azapkapı’ya hatıra olarak çeşme yaptırmak ister ancak bunu başaramaz. Eşi II. Mustafa’nın taht serüveni görece uzun sürmez. Dokuz yıl süren hükümdarlığında, “sefere son çıkan Osmanlı padişahı” unvanını kazansa da tahtı kardeşine devretmek zorunda kalır ve bu devirden beş ay sonra vefat eder.

Saliha Sultan eşinin vefatından 27 yıl sonra, oğlu I. Mahmud’un tahta çıkmasıyla Valide Sultan olur. Oğlunun 24 yıllık bir taht serüveni olacaktır. Ama Valide Saliha Sultan bu serüvenin de sadece dokuz yıllık kısmına eşlik edebilecektir. Ancak bu sefer, Valide Sultanlığı döneminde, Lale Devri’nin temsil yapılarından biri olacak olan Saliha Sultan Çeşmesini, testisinin kırıldığı yere, Azapkapı’ya kazandırabilecektir. 

Bu tarz hikâyeleri olan birçok yapıyı maalesef mimari özellikleri olmadığı gerekçesi ile pek koruyamadık. Ancak Saliha Sultan Çeşmesi günümüzde meydan çeşmesi özelliğini yitirse de mimari olarak Lale Devri’ni, hikâyesi ile de Azapkapı’nın gözü yaşlı fakir kızını temsil etmeye halen daha devam ediyor. 

Memiş Dayı’ya gelince, o da Ağrı’daki barınağında mütevazı hayatına devam ediyor. Seneye 14 Şubat arifesinde çıkacak olan “55 yıldır sevdiğini bekleyen umutsuz âşık” haberlerinin kahramanı olacak.