Vakti zamanında, çölde bir hurma ağacının altında tespih çeken bir dervişin hemen yanına inen turna kuşu, yorulmuş hâlde dinlenirken tespih çeken derviş bastonu ile turna kuşuna vuruyor ve ayağını kırıyor.

Acı içerisinde oradan uçup Hazreti Süleyman’ın yanına giden kuş, dervişi şikâyet ediyor ve kuşların ve bütün hayvanların dilinden anlayan Hazreti Süleyman dervişi huzura çağırıyor, mahkeme kuruluyor. Dervişe, “Neden yorgun şekilde senin yanına konan kuşun ayağını kırdın, sana ne yaptı bu kuş?” diye soruluyor. Derviş ise, “Sultanım, tespih çekiyordum, zikrimi bozdu diye bu hareketi yaptım.” der.

Hazreti Süleyman kuşa dönerek, söyle bakayım turna, bu dervişe ne ceza vereyim. Kolunu mu keseyim, kırayım mı yoksa başka ne istiyorsun. Kuş çaresiz acı içerisinde kıvranıyor ve ibretlik sözü söylüyor, “Bu dervişin kavuğunu ve elindeki tespihini alın, ömrünün sonuna kadar bu iki şeyden uzak tutun yeter, benim ayağım kırıldı, buna aldanıp da başka kuşların ayakları kırılmasın yeter.” diyor. Evet, bu kıssadan hisse, aslında insanın var olduğu her yerde geçerlidir, bunun yeri ve mekânı da yoktur.

Tarihin her aşamasında, bizim insan olduğumuzun farkına varmamıza vesile olan birçok hatırlatmalar ile karşı karşıya kalıyoruz, öyle veya böyle yaşam sürdüğümüz bu dünyada karşılaşabileceğimiz birçok olay ile muhatap oluyoruz, sonucunda farklı bir sonuç çıksa dahi, amaca ulaşmak için hak ihlali dahilinde mahkemelere müracaat ederiz. Tüm bu gelişmelerle istek dahilinde olmazsa mahkemeniz, başka yöntemlere itilirsiniz ister istemez. İstem dışı oluşabilecek durumlarda ise huzuru, yani nihai adaleti isteğinize dahil edersiniz. Tartışması sürüp giden sonuca ulaşamamış her mahkemenin, karşılığını o anda verecek bir Hazreti Süleyman mantığı bugün bulunmasa dahi, bu düşünce ve ruhun daim olması her vicdan sahibinin ortak değeri olmalı.

Bu duygu ve düşüncelerle, her yeni günün bir gün öncesinden daha iyi olmasını diliyorum.