Büyük ve önemli görev yeri anlamına gelen makam herkesin istediği bir mevkidir.

Makam odası, makam sekreteri, makam arabası, makam şoförü gibi şatafat nefse çok hoş gelen ve diğer insanlar nezdinde bir üstünlük duygusu uyandıran unsurlardır. Bu durum bir yandan insanların zaaflarını ortaya çıkarır diğer yandan da iyi hasletleri de yozlaştırmaya başlar. Bu nedenle makamın da hakkını verecek bilgili ve tecrübeli insanların görevlere getirilmesi gerekir. Bugünlerde görevden almalar ve yeni atamalar konusunda şehrimizde yoğun bir bilgi dezenformasyonu yaşanmaktadır. Pek tabiidir ki; şehr-i emin çalışma arkadaşlarını kendisi seçmelidir. Bu onun en doğal hakkıdır.

Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Zorluoğlu, “Ben kendi kadromla çalışacağım” ifadesini de basına verdiği demeçlerde alenen kullanmıştır.

Demem o dur ki kadrolarda yeri değiştirilen ya da görevden alınanlar geçmişte birilerinin olduğu makamlara atanmış ya da yeniden ihdas edilen makamlarla görev yapmışlardır.

Sokaklarda, kahvehanelerde, sohbetlerde konuşulan kurumda yapılan değişiklikler. Bilenler biliyor basına yansıdıkça da kamuoyu haberdar oluyor. Çayımızı yudumlarken masada belediyede yıllardır görev yapan kardeşimizin anlattığını not aldım; “Mevcut 26 daire başkanından 3’ünü görevden alan Zorluoğlu TİSKİ’de de 10 daire başkanından 3’ünü değiştirmiş. Hemen hemen bir çok birimde daire başkanlıklarını değiştiren bazı başkanlıkları kapatan, bazılarını da yeniden açan Zorluoğlu önceki dönemden bir çok ismi mevcut yerlerinden alarak farklı bir görevle görevlendirmiş.” Trabzon’a hayırlı olsun. Hizmet etmek adına seçimde % 64 oranında kabul edilmiş bir başkana takım arkadaşlarıyla çıktığı yolda başarılar dilemek bize düşen vazifedir. Sonunda Trabzon’um kazanımlarla hizmet alacağını düşündükçe makamların geçici olduğunu yine de mevki ve makamlar liyakatli ehil mensuplarla daha da değerli olacağı gerçeğini unutmamak gerekir. Farklı görevlere yer değiştirilen çalışanlarda zamanla görev yaptıkları yerlerdeki çalışma ve görev aşklarıyla yeniden değerlendirilebilirler.

Kur’an-ı Kerim Nisa 58. Ayet’te, “Şüphesiz ki Allah; size, emanetleri ehline vermenizi emreder” diye işi ehline vermeyi inananlara bir farz kılmıştır.

Peygamberimiz, “İş ehli olmayana tevdi edildiği zaman, kıyameti bekle” demiştir.

Büyük İskender bilge vezirlerinden birini küçük bir hatasından dolayı yanından uzaklaştırmış. Ona uzak bir yerde hiç de birikimiyle uygun olmayan bir görev vermiş. İki yıl sonra oralara yolu düşünce de şaka yollu, “İşini nasıl buluyorsun?” diye sormuş.

Bilge vezir, “Kralımın ömrü uzun olsun, bize bu görevi layık gördü. Ben düşünüyorum ki, kişiler makamları ile büyük ve şerefli olmazlar, bilakis makamlar kişiyle büyük ve şerefli hale gelebilirler. Ben işimi şerefli hale getirmek adına insaf ve adaleti elden bırakmıyorum!”

İskender şöyle demiş: “Yüksek makamlar fazilet ve marifetle elde edilebilir. Fazilet ve marifetin kapısını ise kendisiyle barışık insanlar açar. Senin şu iç huzuruna ülkemin ihtiyacı var, lütfen mührümü kabul et!” (İskender Pala, Mesel’a)

Bazı insanlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar görevlerinin hakkını verirler. Vermelidirler de doğrusu da budur. Selametli Vehbi Dinçerler’in geçen yıl Ankara/Keçiören’de Turgut Özal’ı anma programında biz dinleyicilere anlattığı kıssa hala aklımda.

“Çin’de ihtilal olmuş, Maocu güçler imparatorluğa son vermiş, idareyi ellerine almışlardır. İmparator tahtından alınmış, kendisini küçük düşürmek amacıyla da bir sarayda bahçıvan yapılmıştır.

Bir gün ağaçların dibini çapalarken Kızıl muhafızlardan birisi gelir. Kendince alay etmek ister imparatorla: “Ooo İmparator Hazretleri, bu ne düşüş böyle. Dün Çin tahtında oturan bir imparatordun, bugün çapa yapan bir bahçıvansın...” der.

İmparator bu çirkin hitap üzerine elindeki çapasını bırakır, büyük bir edep ve saygıyla; “Sayın muhafız,” der, “Ben sizin gibi düşünmüyorum. Olaya sizin gibi de bakmıyorum. Evet dün imparatordum. Tahtta kaldığım sürece görevimi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Bugün ise Bahçıvanım. Görevim ne ise yine onu en iyi şekil de yapmaya çalışıyorum. Dün halkıma muhatap oluyordum, bugünse ağaçlara. Şimdi ağaçlarla konuşuyor, onlara faydalı olmaya çalışıyorum. Onlarla arkadaşlık yapıyorum. Dün imparator olarak mutluydum. Bugün bahçıvan olarak da mutluyum. Saygılarımı sunarım.” Bu cevap üzerine kızıl muhafız utanır, yüzü kızarır ve koşar adımlarla oradan ayrılır.

Makama gelenler için Konfüçyüs, “Yüksek bir makama sahip olmadığından dolayı telaşlanma, asıl o mevkiye layık olup olmayacağından dolayı endişe et.” Diyerek makamın hakkını verecek bir yeterlilik ve sorumluluğa işaret etmiştir.

Mevlana ise; hak etmedikleri halde yetersiz insanları göreve getirenleri şöyle uyarıp, “Bilgisizlerin geçtikleri mevkiye yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz” diyerek hak etmeden elde edilmiş makam sahiplerinin ülkeye ciddi zarar vereceğini ifade etmiştir.

Öyleyse önemli olan bir makama gelmek değildir.

Önemli olan yaptıklarıyla o makamı hak etmektir.

Mekanlar, makamlar ayrı olsa da güzel insanlar asla unutulmaz.