Varımız yoğumuz, ülkenin geleceği çocuklarımızın. Karınları yemekten, beyinleri ilim irfandan doysun diye tüm mücadelemiz. Ötesi yok. Anne babalar olarak tek amacımız, tek beklentimiz iyi olanı paylaşan, hoşgörü ve saygıyı hiçbir surette elinden bırakmayan, arşa ulaşmış vatan, millet, bayrak sevgisinin yanında, ahlaki değerlere bağlı nesiller yetiştirebilmek. Sırf bu uğurda çırpınıyor, ne biliyorsak öğretiyoruz.

Lakin, hani şöyle başımızı ellerimizin arasına aldığımızda, görüyoruz ki bunu sağlayacak ortam giderek daralmakta. Zira toplumumuzda yetişkin kimliğine sahip öyle insanlar var ki, adeta insanlıktan nasibini almamışlar. Asılında, bilmediğini bilmeme yanlışındaki bu ısrar ve bencilliğin yegâne sebebi iletişim çağındaki iletişimsizliğimiz.

İş, sanat, spor, siyaset… Hayatın hangi alanında olursa olsun varlığımızı ortaya koymak, muhatap olduğumuz kitleyi aşağılamaktan geçer olmuş.

Ee, ahvalimiz bu olunca da toplumumuzda sevgi, saygı, anlayış ve empatide kıtlığın yaşanması gayet normal.

Dolayısıyla ortaya çıkan tüm bu semptomlar, içinde bulunduğumuz duruma ‘ahlaki ve kültürel çöküntü’ tanısının koyulması için herhalde yeterli sebep olsa gerek.

Bakıldığında her birimizin, ulu orta yaşanan tacizlerden, çarşı-pazar eksik olmayan şiddet olaylarından, yalanlardan, talanlardan, hırsızlıktan, ahlaksızlıktan muzdaripliği aşikâr, ancak hal böyleyken, bunca olumsuzluğun karşısındaki tek refleksimiz, yalnızca muzdaripliğimizi dillendirmek olmamalı.

Farkında değiliz ama sahip olduğumuz tarifi imkânsız bu talihsizlik, bizleri gerek ekonomik, gerek sosyal ve kültürel açıdan koca bir girdaba sürüklemekte.

Dahası tüm yaşananlar dünümüzle birlikte hem günümüzü, hem de yarınımızı elimizden almakta.

Vurgulamak istediğim; çocuklarımıza iyi bir gelecek sağlamak için gözleri kapayıp hayale dalmaktan çok daha fazlası lazımdır.

- Hırsız bir nesil istemiyorsak, çalmayacağız!

- Haram yemesinler istiyorsak, yemeyeceğiz!

- Yalan, iftira, gıybetten uzak olsunlar istiyorsak, uzak kalacağız!

- Sevgi, saygı, hoşgörü sahibi olsunlar istiyorsak, anlattığımız hikâyelerin gerçek kahramanları olacağız.

Bilinsin ki; iyiler, yalızca iyilerin elinde yetişiyor.

“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu lideri, 57 senelik kısacık ömrünün çocukluğu dışındaki tüm kısmını bugün üzerinde konforla yaşadığımız bu topraklar için harcayan Osmanlı Paşası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, milli mücadelenin fitilini ateşlemek amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’da ayak bastığı noktaya konulan anıta birkaç gün evvel yapılan ‘urganlı saldırı’yla ilgili olarak yazacak çok şey var da… Bizler meseleyi topluma açık vaziyette kurulabilecek cümlelerle ifade edelim.

Başta büyük önder Atatürk olmak üzere, bu asil milletin ecdadına;

- Rus’un Rusya’da…

- Ermeni’nin Ermenistan’da…

- Alman’ın Almanya’da…

- Fransız’ın Fransa’da…

- İtalyan’ın İtalya’da…

- İngiliz’in İngiltere’de…

- Yunan’ın Yunanistan’da yapacağı hiçbir saygısızlık ve densizlik biz Türkleri şaşırtmaz.

‘Vaktiyle topraklarımıza göz diken dedelerini denize dökmüşlüğümüz vardır.’ der, hadsizliklerine anlam yükleriz.

Ama, lakin, fakat; adına vatan dediğimiz bu topraklarda, bugün birileri hâlâ Atatürk’e dil uzatma cüretini gösterebiliyorsa 19 Mayıs’ta fitili ateşlendi dediğimiz o mücadele ‘Ben Türküm!’ diyebilen için henüz bitmemiş, topraklarımızdan düşman tam manasıyla temizlenmemiş demektir.

Yaşananlar ortada. Ve memleketin istikbali için tek çıkar yolun Atatürk devrimleri olduğu bilinmelidir. Umarız herkes Cumhuriyete yapılan bu tehditlerin farkındadır. Umarız Ata’nın dediği gibi; “Milletimiz zafer sevinci ile gerçek ve hayati menfaatlerini unutacak kadar henüz kendinden geçmemiştir.”