O AĞAÇ YERİNE DİKİLMEDİ

Ana yurdu Trabzon değildi belki, yaşayıp gidiyordu yine de etrafına güzellikler katarak. Meyveleri vardı, mevsiminde dallarına doluşan. Çiçekleri vardı zamanında açtığında Ortahisar'ı bir güzel kokuya kavuşturan. Aslında evin sahibi de vardı, lakin çoktan dağılmıştı düğün dernek, yalnızlık artmıştı giderek. Ve gün oldu konak ta boşaldı, ağaç ta, önündeki havuz da garip kaldı. Adı Asarı-I Atika idi, ya da tarihi eserdi konağın. Ortahisar'ın ortasında kalakalmıştı tek başına konak, bir garip turunç ağacı ile birlikte.

Duyarlı eller, geçmişi kollayan gözleri garipliğe tahammül edemeyen duyarlı eller işe el atınca bir kez daha derlenip toparlandı konak da, havuz da bahçe de. Bir müddet öyle gitti. Herkes mutlu memnundu hayatından. Hatta şeker hastalığına iyi gelir diye konağın önündeki ağaçtan turunçları mevsiminde toplayan konağın eski müdavimi de memnundu anılarının kaybolmadığı için. Gün oldu konak yine eskidi idi. Yine öksüz kaldı. Yine kimsesizliğin hüznü ile Ortahisar’da eski hatıraları ile baş başa kaldı. Sonrasında bir tamirat, bir onarım ve yeniden yenilenme. İyi de oldu. Tarihi konak hayata bir kez daha bağlandı.

Ama bir eksikle.

O g0zelim turunç ağacı artık yerinde yoktu. Binayla özdeşleşmiş yerini sevmiş, çiçeğinin kokusuyla Ortahisar'a farklılık kazandırmış ağaç yoktu. Kazara ya da bilerek ağaç kesilmişti. Kesilen ağacın davası olur mu? Olur, eğer kesilen ağaç Ortahisar gibi, Kanuni’nin doğduğu, Yavuz’un valilik yaptığı mahallede hele de Fatih’in feth ettiği Trabzon’da olursa olur. Dediler ki yenisini dikeceğiz. Umutlandı Ortahisar’ı sevenler. Ama o ağaç hâlâ yerine dikilmedi.

İlgili yetkili kim varsa bir turunç fidanı dikmek için beklemesin diyorum. Yok eğer işimiz var ilgilenemeyiz derse ilgililer, fidanı benden, dikmesi de benden, eğer müsaade ederseler.

Sanırım, tarihi konağı kullanan vakıf ya da belediye yetkilileri konağı çok daha öksüz bırakmadan o ağacı yerine dikerler.

***

TRABZON'U KAYBETMEK BÖYLE KOLAY OLMAMALIYDI

Hepimiz biliriz, bir kent kurulduğu gün gibi değildir bugün artık. Olması da beklenemez. Sadece kentin siluetine saygı beklenir, sakinlerinden. Yine hepimiz biliriz ki, kentler geliştikçe, yılları devirdikçe tüm canlılar gibi eskirler. Bu  eskime değer yitirmez, aksine o kentin değerini arttırır. Trabzon gibi tarihi geçmişi nerdeyse insanlık tarihi ile yaşıt kentler, geçmişinden izleri yüzyıllar geçse de günümüze taşımışlardır. Trabzon zaten o yüzden tarihidir. Üzerlerinde taşıdıkları medeniyetin izlerini tesadüfen bulmadıkları için kaybetmeleri de kolay değildir.

Ama gelin görün ki, günümüzün anlamsız yapılaşma baskısı, duyarsızlık, nüfusun artışı, kente hücum, kültürel birikimden yoksunluk, eğitimsizlik bu tarihi kentleri kimliğinden koparabiliyor. Tabi ki, M.Ö. bilmem kaçıncı yüzyılda kurulu bir yerleşim merkezinin bugün itibariyle aynı kalması mümkün değil.

Aynı şehrin, antik limanının bir parçası kalmışsa onu korumak, kale surlarını onarıp yaşatmak, kültür varlıklarını ayırt etmeksizin koruyup kollamak mümkün.

Ama biz ne yaptık? Fatih’in ilk cuma namazını kıldığı Yenicuma Camii'ni görünmez kılmayı başardık.

Gülbaharhatun Külliyesini yol ile binaların arasına sıkıştırırken hiç de üzülmedik. Kanuni'nin  doğdu dediğimiz Ortahisar Mahallesinde, eski kentin merkezi olarak düzenlemeler yapamadık, iki vadiyi boşalttık, kiminin önüne kiminin de içine binalar diktik. Değirmendere'yi görünmez yapan anlayış ile Değirmendere’ye hayır olsun diye köprü yapan anlayış maalesef aynı topraklarda yeşerdi.

Cenevizlilerde bir söz vardır. Bildiğiniz İtalyanlarda yani. Sığınacakları son liman olarak gördükleri Trabzon'a kötü hava şartlarında ulaşamayıp yollarını kaybettiklerinde söylerlerdi. Bir de son kez söylediler bu sözü Fatih Trabzon'u fethedince. Ve biz Trabzon'u kaybediyoruz yavaş yavaş. Oysa o mazideki görkeminin verdiği kadim kent özelliğini korumak adına her önlemi almalıydı hem yurttaşlar olarak hem de yönetenler olarak bu kentin insanları. Teselli bulmak istiyorsanız, henüz kimliğini yitirmemiş üç beş sokak bulun ve tarihin sesine kulak verin.

***

1910’DA PATLAMAYLA ŞİMDİ DE YOLLA YOK OLUYOR

Tarihi 1340’lara kadar uzanan İrene Kulesi/Cephanelik diye bilinen yapıda 10 Temmuz 1919'da bir patlama olur. Trabzon'da yaşanan bu patlamanın sesi Batum'dan dahi duyulur. Cephanelik, Rusların bıraktığı mühimmatların patlamasıyla paramparça olur. Aynı cephanelik bugünlerde görünmez hale getirilir. Öyle ne patlama filan vardır, esasında tarihi cephanelikte top tüfek de yoktur. Üstelik cephanelik turizme de hizmet etmektedir. 19. y.y.’da patlamayla Batum'dan dahi duyulan ses bugünlerde Cephaneliğin karartılmasına, tarihi kimliğinin kuşatılmasına rağmen hiçbir yerden duyulmamıştır. Yazık oluyor. Cephanelikte başlayan kent kimliğini yok sayma işi Boztepe tünellerinde devam edip zirveye ulaşıyor. Bunun izahını kim yapacak? 5000 yıllık kent tarihi maalesef mazide kalacak bu gidişle.

***