Sevmek ve yaşamı birlikte paylaşmak insana en yaraşan olsa da… Şimdi ben her insanın tüm köşeleriyle yaşadığı korkunun da bir insanlık hali olduğu gerçeğinin perdesini aralayıp,  ardından “korkunun ecele faydasını” sorgulasam! Biliyorum ki Alaattin’in sihirli lambasına saklanmış bütün eril cinler dışarı uğrayıp konunun üzerine çullanacaklardır!..

Uzunca bir süredir sosyal, siyasal belirsizliklere ardışık ekonomik krizin, toplum katında belirgin bir psikolojik yük kaynağı olduğu ve bu sıkıntılı durumun; toplumsal yaşanmışlıklara dair onarıcı ve kapsayıcı bir anlatı kurulmadan bu kutuplaşmanın ancak kendini tükettiğinde sonlanabileceği gerçeğine sırt dönüp… Televole kültürüyle toplumun uyutulmasına araçsal katkı sunan aymazlara karşın, bin bir zorluk içinde halen aydın namusuyla sorunun çözümüne katkı sunan nice güzel yürekli bilim insanından birinin çözümlemelerini dikkatlerinize sunuyorum.

Görmezden gelinip üzeri örtülmeye çalışılan bu travmatik yarılmayı irdeleyen, Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin;

“… Toplum genelinde bir yandan korku, gelecek kaygısı, çaresizlik ve umutsuzluk yoğunlaşırken, diğer yandan kızgınlık ve öfke olarak şiddeti, nefreti, kutuplaşmayı, düşmanlığı ve ayrımcılığı zaman içinde tırmandırdı.

Herkes birbirini suçlar oldu, herkes adeta birbirine saldırır hale geldi… “ tespitinde bulunarak… ancak toplumsal mutabakatla bu tehlikeli tırmanışın; kutuplaşmanın ve tükenmişliğin aşılabilir olduğuna da vurgu yapan Dr.Altekin;

“Zaman alacak ama bu kutuplaşmanın açtığı yaraları birlikte saracağız; yan yana durarak, dayanışarak, çalışarak, üreterek ve en önemlisi de geleceğe, barışa, demokrasiye ve insanlığa olan inancımızı – umudumuzu koruyarak…

Öncelikle birbirimizi dinlemeyi, gerçekten duymayı ve farklılıklarımızla birlikte uyum içinde yaşamayı, çok sesliliği ve çok renkliliği bir zenginlik kaynağı olarak deneyimlemeyi öğrenerek yeniden başlamak gerek.

Farklı düşüncelere, farklı yaşam tercihlerine ve farklı varoluşlara saygıyı içselleştirmek önemli. Herkesin, hepimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka var. Mesleğimiz, işimiz, uğraşımız her ne ise iyi bildiğimiz şeyleri yapmaya devam edeceğiz.

Doğayla uyumlu, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı, tabiat ananın, hayvanların. İnsanların ve toplumun yararına çalışmaya, üretmeye kesintisiz devam edeceğiz.” Diyerek toplumsal dayanışma-özveri ve istencin çözümleyici formülünü işaretliyor…

Oysa biz, çok uzak olmayan ve dünyanın bu denli hızlı dönmediği zamanlarda, toplum olarak her şeyi hoyratça tüketmeyip sakince sindirmeye çalışıyorduk. Yaptığımız her şeyin bir nedeni vardı ve aidiyet duygusu henüz terk etmemişti bizi. Dostluklarımızı ziyaretlerle pekiştirip, birbirimize zaman ayırabiliyorduk. İzlediğimiz bir filmin ya da tiyatronun ruhumuza yansıyan kareleri en azından hafta boyu bizimle birlikte dolaşıyordu.

Tartışıyorduk. Sorularımız ve yanıtlarımız vardı. Aile, aşk gibi kavramların kendimiz için ne anlama geldiğini coşkuyla çözümleme cabası içindeydik. Kendi içimizdeki iyilik ve kötülüğü bulup, eyleme geçmek için vaktimiz vardı. Oysa günümüzde zemin ayaklarımızın altından kayıyor ve bu hız, bu değişen tempo, değişen insan ilişkileri bizi korkutup yaralıyor. Ne yazıktır ki kendimizi hiçbir yere ait hissedemiyoruz.

Ve böylece kesintisiz korku hali başlıyor!.. Bu öylesine tetikleyici bir korku ki, birde üstüne üslük antidemokratik yönetim özlemcileri eliyle, insan olma halimizin tüm korkularını beş misli, on misli tetikliyor, büyütüyor ve bizi mutsuz kılıyor. Sonuçta kırılan insan onuru, daha bir kırılgan hale geliyor. Korkularımızdan kaçmak yerine korkularımızın nedenleri ve sonuçları üzerine kafa yormalıyız.

Eğer biz bu insani refleksi tanımlayıp kabullenmez isek, otorite özlemcileri!  Bizim korkularımızı tanımlayıp, kendi çıkarları doğrultusunda çoğullaştırır ve otoritelerini kalıcılaştırırlar.

Tüm korkulardan azade güzel bir hafta dileklerimle.