Türkiye, maalesef son yıllarda ekonomik bir buhran içine sürüklendi.

Hayat pahalılığı freni patlamış kamyon gibi almış başını gidiyor. Nerede duracağı ise meçhul!

Bu hayat pahalılığını yaşayanlar da var umursamayanlar da.

Ancak bazıları var ki ekonomik krizle ilgili abuk subuk yorumlar yapıyor.

+++

Benim gençliğimde arabesk müziği çok meşhurdu. Gençlik ya Orhancı, ya Ferdici, ya Müslümcü ya da İbocuydu.

Ben Orhan Gencebay’ın şarkılarını çok seviyordum. Hiçbir kasetini kaçırmak istemiyordum. Bütçem oldukça kasetlerini alıyordum.

Türkiye’nin gündemindeki ekonomik krizle ilgili bakın ne diyor Sayın Orhan Gencebay: “Yabancıların yapmak istedikleri planlarına, projelerine göre çıkmıştır. 90’larda, her yıl yüzde 100’e yakın çıkıyordu dolar. Biz bunları yaşadık. Yüzde 7 bin 500 faiz alınır mı? Alınıyordu. Türkiye faiz veren bir ülke durumuna sokuldu. Bizi soydular, sömürdüler. Türkiye bunları yaşadı. Evet, bir sıkıntı var, pandemi nedeniyle bütün dünya yangın yeri. Bu geçecek, abartmasınlar. Evet, sıkıntı var ama 70’lerdeki 90’lardaki sıkıntıların yanında hiçbir şey değil. 70’lerde can güvenliği bile yoktu. 3 yılda bir yurt dışına çıkılıyordu. Arabası olan 1 depo benzin alabiliyordu. Karneyleydi her şey. Kuyruklar, karneler. Can güvenliği yoktu.”

Ey gidi Orhan Gencebay. Beğenmediğin 70’li yıllarda meşhur oldun. Kasetlerinin çoğunu o yıllarda çıkarttın. İnsanlar o yıllarda milyonlarca kasetini satın aldı. O yıllarda çektiğin filmler sayesinde sinema salonlarını doldurdun. Maalesef seni sen yapan o eleştirdiğin yıllar yaptı. Bugünkü mal varlığının temeli bize göre o yıllara dayanıyor.

Bir şarkısı vardı Sayın Gencebay’ın,

“Kula kulluk Edene Yazıklar Olsun!”

+++

Gelelim Orhan Gencebay’ın bahsettiği o bizim nesile.

Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.

Ders çalışmak için ve öğretmen sınıfta tahtaya bizi kaldırsın diye birbirimizle adeta yarışırdık.

Annelerimizin, komşularımızın ve sevgililerin mektuplarını biz yazardık.

Köyümüze postacı gelince sevinçten havaya uçardık.

Biz mısır unu ve buğday unu karışımıyla yapılan ekmeklerle büyüdük. Bugünkü fırın ekmeğini ayda bir ya da iki kere görürdük. İsmini de ‘Cici moma’ koymuştuk.

Biz inek de sağardık, ahır da kürerdik. Ama tiyatroya da giderdik, sinemaya da.

İnternet arkadaşlarıyla değil gerçek arkadaşlarla oynardık.

Susadığımız zaman şişelenmiş su değil, musluk suyu içerdik.

Yüzmeyi plajlarda değil ırmaklardaki göletlerde öğrendik.

Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.

Hemen her gün çok pilav ve makarna yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık.

Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı.

Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi.

Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yaratır ve onlarla oynardık.

Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.

Cep telefonlarımız, DVD'lerimiz, oyun istasyonumuz, XBox'ımız, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı - ama bizim gerçek arkadaşlarımız vardı.

Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.

Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.

Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla dolu idi.

Ülkeyi güzel günlere taşımak, çok okumak, adam olmak gibi ülkülerimiz vardı ki belki tam yapamadık, yenildik ama uğrunda çok bedeller ödedik.

Biz kendine has, anlayışlı bir nesiliz, çünkü biz ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son nesiliz.

Ayrıca, çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesiliz.

Daha çok var da şimdilik bu kadar.

Kalın sağlıcakla.