20 Eylül 1917 tarihinde 7. Ordu Komutanı Tuğgeneral Mustafa Kemal İçişleri Bakanı Talat Paşa, Savaş İşleri Bakanı Enver Paşa ve Başbakan’a Halep’ten yazdığı raporun bir bölümünde aynen şu cümleleri kullanıyordu: “Bugün Falkenhayn, her fırsatta herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını en fazla düşüneceğini söyleyecek kadar cesaret bulup küstahlaşmıştır. Halep’te, Fırat’ta ve Suriye’de Alman politikası ve Alman çıkarının ne demek olduğunu ve özellikle bu sözü kullanan bir Alman konsolosu olmayıp, yüzbinlerce Türk kanı için karar vermek konumunda bulunan bir kumandan olursa işin bütünüyle vatanımızın çıkarlarına aykırı gelişeceğini anlamamak mümkün değildir.”

Tuğgeneral Mustafa Kemal sadece Almanlara değil Ortadoğu coğrafyasında İngilizlere, Fransızlara ve Arap aşiretlerine karşı da bir duruşu vardı. Osmanlı çıkarlarının hiçe sayıldığını çok iyi bilen paşa özellikle İngiliz destekli Arap aşiretlerine karşı önlemlerin alınması peşindeydi. Paşa bu öngörülerinde kesinlikle yanılmadı ve İngiliz ajanları Getraude Bell ve Lawrence’nin çalışmaları sonucu Mekke şerifi Hüseyin’in başı çektiği aşiretler Osmanlıyı sırtından hançerledi.

1918 yılında Kilis üzerinden Adana’ya geçen Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nı devraldı. Burada Fransızlara karşı örgütlenen paşa çeşitli gruplara da silah desteğinde bulundu. Paşa İstanbul’a çektiği acil telgrafta ise Fransızlara karşı silahlı mücadelenin şart olduğunu dile getirerek adeta milli mücadeleyi orada başlatıyordu.

İlerleyen yıllarda Mustafa Kemal kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a çıkmış, kongreler yaparak meclisi açma çalışmaları yapmaya başlamıştı. İşte bugünlerde paşa 15’nci Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya İngilizlerin İstanbul’u işgali üzerine uygulanması Uygun Görülen İşler adlı telgrafının başına harfi harfine şu cümleleri düşüyordu: “Bu telgrafı bir dakika erteleyen vatan hainidir.”

Bu kısa tarihi yapmamın sebebi geçtiğimiz günlerde bir yazı kaleme alan Ekrem Buğra Ekinci. İsminin önünde bilim insanlığına atıf yapan takısı da var. Ancak bu ve bunun gibi şahıslar göz göre, göre tarihi çarpıtıyor. En basitinden yukarıda yazdığım belgeler üzerinden yola çıkarsak bu yazarın “Atatürk İngiliz ajanıydı” göndermesi iftiraya dönüşüyor.

Bu iftira sana bana değil ülkemizin kurucu liderine atılıyor. Belgeli tarihin er ya da geç gerçekleri ortaya çıkarmak gibi bir huyu vardır. Bu noktada fikir özgürlüğü ile belgeli tarihi kimse birbirine denk düşürmesin. Tarih özgürlük değil gerçektir.

Doğruluğu ispatlanmamış tarih bilgileri gerek eğitim müfredatından gerekse toplumumuzdan uzak tutulmalıdır.  Bu tür içi boş ve bilinçli bilgiler, yarınlarımıza tamiri imkansız sorunlar teşkil ediyor. Hassasiyet yükseliyor ve insan insana karşı çıkıyor, kutuplaşıyoruz. Toplum okumak ya da belgeyi görmek yerine senden, benden olana inanıyor. İnanç özgürlüğü, fikir özgürlüğü, insan hakları, bilim, sanat, değerler, ananeler birbiriyle çatıştırılıyor.

Bu çatışmanın bir örneğini Trabzon’da yaşadık ve gördük. 23 Nisan münasebetiyle sehven asılan Atatürk posteriyle ilgili kıyametler koptu. Neler yazılmadı, neler konuşulmadı. Bir taraf sehven yapılan bir yanlışlık var derken diğer taraf bilerek yapıldı dedi. İki tarafta gerçeğin değil, sosyal statüsünün  peşinden gitti.

Olan yine hakkında soruşturma açılan gariban güvenlik görevlisine oldu. Ortada birileri var! Ortada avuçlarını okşayan, beni bana düşmen eden daha da birileri var. Yol vermemeliyiz kardeşim, yol vermemeliyiz.