İmparatorluk, “yetkili, ama sorumsuz kişilerce”, yarattıkları oldubittilerle Birinci Dünya Savaşına sokuldu. Balkan Savaşlarındaki bozgun ve içine karıştırılan siyasetle tarumar olan ordu, Almanların ısrarlarıyla toparlanmaya fırsat bulamadan savaşın içine girdi. Söz verilen yardımlar gelmedi; taşıma su ile değirmen dönmedi. Çanakkale başta olmak üzere birkaç cephede, Kutül Amare’de elde edilen başarılar savaşın genelini kazanmaya yetmedi. Mondros Mütarekesi’ni, iki yıl sonra da Sevr Antlaşmasını imzaladı.
Anlı, şanlı, yere göğe sığdırılamayan ve iki Anadolu toprağı(1.860.000km2)kaybeden II. Abdülhamit’in imzaladığı Düyunu Umumiye ile -kapitülasyonlar yüzünden- Osmanlı’nın tüm gelir kaynaklarına el konuldu, gırtlağına çöküldü, nefessiz bırakıldı.
Son topraklar Anadolu, İngiliz, Fıransız, İtalyan ve Yunanlar tarafından bölüm bölüm işgal edildi. Saray, dayatılan tüm koşulları kabul etti; yeter ki yerinde kalsındı. / Mondros ve Sevr antlaşmalarını sineye çekip kabul etmek esaretin ve onursuzluğun kendisiydi. Her fırsatta Atatürk’e, Kuva-yı Milliye’ye, Cumhuriyete dil uzatanlar, bağımsızlığı, özgürlüğü bilmeyenler bugün “ekonomik kurtuluş savaşından” söz ediyorlar. / “Kuvva-yı inzibatiye” ile İngilizlerin yanında yer alarak “İstiklal Savaşı’na” engel olmak isteyenleri, Çanakkale’de, Bolu’da, Konya’da, Doğu’da, Güney’de isyan çıkaranları, “idam fermanlarını” alkışlayanları, işgalcileri “misafirimiz” diye karşılanması için Yunan uçaklarıyla bildiri dağıtanları “alim-ulema” diye bağrına basanlar, Kurtuluş’a inanmayanlar ekonomik kurtuluş mücadelesi verebilirler mi?
Kurtuluş Savaşı verecek yürek öncelikle bağımsızlığa, özgürlüğe, yeniden varoluşa inanacak, antiemperyalist olacak, milletini bölmeden, parçalamadan tek yürek, tek yumruk olarak geleceğe yürüyecek, üç kuruşluk çıkarlar ve koltuklar için kibre yenilip halkına tepeden bakmayacak, “ben şuyum, ben buyum” demeyecek, aklın ve bilimin gereğini yerine getirecek.
Atatürk, üçüncü bir şıkka (mandacılara) yer vermeden “ya istiklal, ya ölüm” inancıyla Anadolu’ya geçti. Padişahın verdiği tüm mevkileri, yetkileri, koltukları bırakarak ulusuyla birlikte Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Bir yandan işgalciler, bir yandan saltanat ve destekleyenler, bir yandan azınlıklar, Anadolu harekatına engel olmak için uğraştılar, didindiler, ordular kurarak isyan ettiler. Mustafa Kemal tümünün de üstesinden gelmesini bildi. Cumhuriyet’i kurdu. Lozan’la Mondros’u, malum çevrelerin “Orta Doğu Barış Antlaşması” dediği Sevr’i tarihin çöplüğüne attı.
Sıra ülkenin onarımına, milletin yaralarının sarılmasına, üstünün başının giydirilmesine, karnının doyurulmasına, hastalıklarından-salgınlardan kurtarılmasına ve korunmasına gelmişti. Atatürk, “siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan başarılar yaşayamaz, az zamanda söner” diyordu. Biliyordu ki, Avrupa’nın zengin ülkeleri sömürgeciydiler. Ulusal bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin onlara el açması onursuzluktu. Lozan, Yunanların arkadan destekçisi İngiltere’nin yenilgi belgesiydi. İngilizler, Hint Müslümanlarından duyduğu endişe ve kaygıyla Anadolu’da işgal harekatına girişemedi. Pakistan’ı, Afganistan’ı, Bangladeş’i sınırları içinde barındıran Hint Kıtası İngiliz sömürgesiydi.
Atatürk aklın, bilimin, sanayinin ve üretimin yolunu seçti. Okullar, yollar, köprüler, hastaneler, fabrikalar, bankalar kurdu. Sümerbank, Şekerbank, Etibank, Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası’nın yanında tarımın ve sanayinin gelişmesinde çok önemli rol oynadılar. Başta Ankara olmak üzere bir uçtan bir uca Anadolu insanca yaşanılır bir coğrafyaya dönüştürüldü, huzur ve güven sağlandı. Bez-kumaş fabrikaları, şeker fabrikaları, tarım ve hayvancılık, Seka kağıt fabrikaları, Karabük Demir Çelik fabrikası çalışan, üreten Türkiye içinde yerlerini aldılar. Osmanlı’nın mirası açlığı, cehaleti, hastalıkları ve borçları bitirilerek ülke bayındır hale getirildi. Atatürk Onuncu Yıl Nutkunda “az zamanda çok ve büyük işler yaptık” derken onurlu, gururlu, başarılı bir milletin sesiyle dünyaya haykırıyordu. Seksenden sonra gelen liderler de, “özelleştirme” adı altında, ülkeyi satmakta başarılı oldular. Yetmedi, borç batağının içine gömdüler bizi.
Yirmi yıllık bir iktidar ekonomik kurtuluş savaşı verecekse mutlaka bir öyküsü, yırtıp parçalayacağı bir Mondros’u, bir Sevr’i var demektir.(Bu zamana kadar neredeydi?) 

ABD Başkanı bir harcama, bir yardım için karar verdiğinde önce Temsilciler Meclisinde görüşülür, geçerse Senato’ya gider; onay görürse uygulamaya girer. Temsilciler Meclisinde onanmazsa zaten işleme sokulmaz. Yani Amerikan çıkarları her şeyin üstünde, keyfilik, tek seslilik yok! Herkesin yetkileri sınırlı ve yaptıklarından da sorumludurlar.
Sağlıkla, sevgiyle kalınız…