Kurtuluş savaşının kan ve barut kokan ortamında olsa da eğitim Şurasını toplamakta bir an dahi tereddüt etmeyen dahi önder halkına seslenirken;

“Eğitimdir ki, bir ulusu ya… Özgür, Bağımsız, Şanlı ve Yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da… Esaret ve Sefalete terk eder…” diye boşuna mı öğütlüyordu sizce?

Bugün gelişmiş ülkeler sıralamaları değerlendirilirken, Gerçek Dünya Liderliğine soyunmuş ülkelerin en büyük yatırımı eğitime-ARGE çalışmalarına yaptıklarını görmezden gelmek… gaflet yada delalet değil de nedir o zaman?

Neden mi?  Çünkü eğitim 21.yüzyılın en stratejik silahı olup;…Ekonomik ve toplumsal gelişmenin iki önemli dayanağından birini sermaye birikimi  oluşturuyor olsa da, diğer daha önemli olanı nitelikli ve donanımlı insan gücüdür de ondan…

Eğitimde, öğrencinin merkeze taşındığı ve onun kişisel gelişimini temel alan öğrenci odaklı bir planlama, durumdan vazife çıkaran! suskun toplum özlemcilerinin engelinden kurtulmadığı sürece bir ütopya olarak kalmaya devam edecektir. Bugün içinde cebelleştiğimiz öğretilmiş çaresizlik kıskacına koşut… eğitimde yaşanan kargaşayı daha iyi kavramak adına, bireyleri eleştirmekten uzaklaşıp, sisteme yönelmemiz kuşkusuz ki bizi akılcıl düşünce ve davranışlarla buluşturacaktır. İnsanlarımızın çoğunun, ekonomik baskılamanın da etkisiyle artık yaşamdan zevk almadığını, kendini gerçekleştirememenin ayracına takılıp mutsuz olduklarını kendi pratiklerimizden pekala biliyoruz.  İşte en azından salt bu nedenle çözüme ilişkin bilimsel, çağdaş, parasız, etkin (aktif) eğitim girişimleri ısrarla sürdürülüp desteklenmelidir. Zira, etkin eğitim toplumların mutluluk ve gönencinin hedeflendiği bir dünya pratiğidir.

Doğaldır ki, bireysel beklentiler toplumsal ereklerin dışında düşünülemez. Etkin eğitim; sorgulayan, araştıran, tartışan, bireyler yetiştiren gelişmiş toplumlarca kabul gören bir eğitim yöntemidir. Bu yöntemle eğitilenler gerçekte yaşama sanatı öğrenmektedirler. Yaşama farklı açılardan ve eleştirel bakabilme yetisini geliştirerek hazırlanmaktadırlar.  Atatürk’ün hedeflediği Muasır Medeniyet Seviyesine ulaşmayı gerçek manada erekleyen yöneticilere bu bağlamda, büyük ödevler ve çözümlemeler düşmektedir;

-Eğitimde bilgilendirme gibi tek yönlü sunu yerine, bilgi ye nasıl ulaşılır? Neden-Sonuç ilişkisi ve bilgiyle, soran arasında nasıl ilişkilendirme yapılabilir? Bunları kavratmak gerekir genç fidanlara.

-Eğitimde pencereler açarak yaşamın renklerine, yeni renkler katıp… değişik bakış açıları geliştirilebilmelidir.

-Kıskançlıkla sakınılan özgürlüğe açılan yaşam kapısının altın anahtarlarını gönüllülük temelinde Patton’un  “ İnsanlara neyi nasıl yapacaklarını asla söylemeyin. Sadece ne yapmaları gerektiğini söyleyin ve dehalarıyla sizi şaşırtsınlar” kavrayışı ile çocuklarımıza sunabilmeliyiz.

-Ülkemizin geleceği öğrencilerimizin, ilgi alanlarını belirleyip o yönde yeteneklerini geliştirmelerine olanak sağlanmalıdır. Gerçek yetenekleri keşfedilip geliştirilmediği için nice cevherin  heder olduğu, o çok özlenen (İlk 500 üniversite ) hedefinin engelleri ancak böyle ayıklanabilir.

Kavram yerine yetenekleri körelten bu ezberci sistem bilerek istenerek dayatılıyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, soru soran öğrenci art niyetli sayılıp potansiyel suçlu işlemi görmektedir. Öğrenciye en aktif öğrenme sürecinde hemen komut veriliyor “Sus, Otur” Soru soran öğrenci zaten öğrenmeye güdülenmiş, içinde merak oluşmuş, bu fırsat yok edilir mi? Kimin umurunda…

Bilim insanları ezberi zihinsel bir soykırım ve toplumsal felaket olarak değerlendirmişler ne gam…  Sözün kısası; Bu kavrayış zafiyetinin kontrolünde tutsak olan (sözüm meclisten içeri!) bilimsel tutumun temelini oluşturan önyargılı yaklaşım, duygusallık ve tembellik giderilmedikçe eğitimde bu dibe vuruş hız kesmeyecektir.

Daha da ötesi… Aşırı koruyucu nitelik taşıyan aile kültürümüz ve yarış atı misali sınav hazırlayışları, çocuklarımızın kişiliklerinin gelişmesine engellemektedir. Oysa yapmamız gereken onların kendi sorunlarını kendilerinin aşması noktasında sunacağımız sınırlı destekle olmalıdır. Sınayarak, deneyimleyerek, test ederek sorun çözme yetisi aracısız kendileri tarafından özgür bir ortamda kazanılmalıdır.

Özgüven oluşumunun ve Aydınlık bir geleceğin temelleri ancak böylece atılmış olur.