Garip birköy serenderiyim,
Serim kalmamış artık.
Başım dumanlı biçareyim,
Ferim kalmamış artık.

Üvey bir evlat gibiyim,
Yorgunluk çökmüş dizlerime.
Umutsuz bir viraneyim,
Beton saplanmış yüreğime.

Ne sevdam kaldı mısıra,
Ne de özlemim harmana.
Ne köyüm artık ne de buğday,
Ey vefa kalan ömrümü say.

Serender:
Koruyamadığımız kültürümüzün çeyiz sandığı.

Koruyamadığımız ata tohumumuzun huzur barınağı.

Koruyamadığımız mahalli ürünlerimizin kışlağı.

O:

Ahşabın sanata bürünmüş ölümsüz çınarı.

Evlerimizin tamamlayacısı, köylerimizin vazgeçilmez yapısı.

Yerel mimarimizin yüz akı.

Ailenin asırlık hikayesinin tanığı, kadim dost.

Çocukluğun salıncağı, gençliğin korunağı, hazanınsa yaşıydı.

Olmayanı olana imrendiren albeni merkezyidi.

Ve şimdi ey millet çıra yakıp arayalım, kaybettiklerimiz arasından boynu bükük bir serendere ulaşabilir miyiyiz?

Ve şimdi ağıt yakıp hikayesine gözyaşı akıtalım, bir serender gölgesine kavuşabilir miyiz?

Seni:

Modernizim zannettiğimiz ruhsuzluğa feda edip, betona gömdük.

Kıymetini bilemediğimiz diğer değerler gibi harcadık.

Seninle birlikte köy de yok oldu estetik de. Zenginlik zannettiğimiz aptal girişimlerle sen de yok oldun biz de.

Ve şimdi yeniden yapmaya kalkalım, betonlardan izin alabilir miyiz?

Ve şimdi ağacını bulsak ustasını bulabilir miyiz?

Ve şimdi milyon dolarları yoluna döksek o ruhu geri döndürebilir miyiz?