Birine son bir kez “seni seviyorum” diyememiş olmak.

İnsanların yaşayabileceği en büyük pişmanlık bu olsa gerek. Duygular canlıyken, yüz gülümsüyorken, göz görüyorken ve dil dönüyorken “seni seviyorum” diyememek.

Seni duyan kulak varken ve her duyduğunda kıpırdayacak bir yürek varken “seni seviyorum” diyememek.

***

Oysa:

Savaşlar, salgınlar, doyumsuz egolar, çatık kaşlar dünyanın ömrünü çok kısaltırken, yaşadığımız süreyi uzatacak tek büyü “seni seviyorum…”

Ömrü kısaltılan dünyanda, soluksuz kalan insana yaşama sevinci kazandıran en etkili nefes “seni seviyorum…”

Umutsuz hayatlara dair, en değerli panzehir “seni seviyorum…”

Her şeyin ateş bahası ve ulaşılmaz olduğu dönemlerin, en kolay ulaşılanı ve fakat paha biçilemez ederi “seni seviyorum…”

Yolsuzlara yol, hastalara ilaç, aşıklara düğün dernek, yoksullara aş, anne babaya iksir, evlatlara ise en değerli ninni “seni seviyorum…”

Seni seviyorum ifadesi, genelde gençlik çağlarının tutkulu aşklarının vaz geçilmez simgesi olarak kabul edilir.

Bu efsunlu ifadeyi sadece bu alana sıkıştırılarak ömrünü kısaltmak büyük haksızlık olmaz mı? Oysa hayatın bütün alanlarını renklendirebilecek ve yediden yetmişe bütün insanları mutlu kılabilecek bir güce sahip “seni seviyorum…”                  

***

Bu ülkede “seni seviyorum” cümlesine susamışçasına özlem duyanlar şüphesiz ki çok fazladır. Ama bu gurubun içerisinde çocukların var olması, çok şaşırtıcı ve gerçekten çok üzücüdür. “Çocukların mı?” dediğinizi duyar gibiyim…

Evet, Doğu Karadeniz’de ve Anadolu’nun bazı yörelerinde kısmen de olsa hala devam eden  “duygu gömme” geleneğinin yarattığı travmaları yaşayan çocuklar…

Bu değerlendirmeye konu olan “duygu gömme” tutumu bahsi geçen yerlerde genelde babaların çocuklarına karşı takındıkları tavırlar olarak karşımıza çıkıyor. Ve babalar bu katı tutumlarını çocuklarının iyi yetişmeleri, Şımarmaları ve disiplinli bir hayat sürmeleri adına yaptıklarına inanırlar. Zira onlar da babalarından öyle görmüşlerdi, bunu otoriter ve saygın bir babalığın şartlarından biri olarak görürler.

Şüphesiz ki, bu tutumlarının yaratacağı boşluğun boyutlarını bilmemektedirler. Oğlunun ya da kızının başını okşayarak “seni seviyorum” demeyi kör bir geleneğe uyarak gömmek. Hatta büyüklerinin yanında çocuklarının kendisine sokulmasını ve sevgi göstermesini önlemek…

Bizim kuşak büyük oranda buna benzer tavırlarla büyüdü ve bir yanımız eksik kaldı. Çocukluk anılarımızda “seni seviyorum” izlerinin eksikliği ile oluşan bir hüzün alanı hep vardır. Ve sanırım biz de yaşadıklarımızı belki de farkında olmadan yaşattık bile.

Bunlar artık geride kalmış eksik yanlarımızdır dediğinizi biliyorum. Ben de öyle düşünüyordum, ancak sohbet ettiğim bazı öğrencilerimin bizim yaşadıklarımıza benzer durumlar yaşıyor olduklarını anlatmaları, bu yere batası örfün hala izlerinin devam ettiğini gösteriyor.

Yazık ki ne yazık.

***

Modern zamanlarda hızla başka bir yanlışın içine daha sürüklendik. Şimdilerde evlatlarımıza çocukluk dönemlerinde tarifsiz bir sevgi gösterisi sunuyor, onları adeta oluşturduğumuz şımarıklık dünyasında sevgi obezi yapıyoruz. Ancak ergenlik çağı gelip çattığında, çocuğun yaşadığı dalgalanmaları yeterince analiz edemeyen ebeveynler, bu sefer de çok sert tutum takınıp, yanlış yollarda çocuğunu ve kendilerini nefessiz bırakıyorlar. Yeni nesil ebeveynlik uçlarda seyrediyor ne yazık ki.

***

Belki de son kez olacak, bilemeyiz. Hadi söyleyelim “seni seviyorum.”

Bilin ki sevgisini yansıtamayan, yaşama sevincini besleyen en önemli damarını tıkamış demektir ve sevgisiz ölüm, en garip ölümdür.