Hafıza, yaşanılan olayların, kullanılan bilgi ve metotların, gerektiğinde kullanılmak ya da yararlanılmak için beynimizin ilgili alanına depolanması, muhafaza altına alınmasıdır. İnsanoğlu beynimizin bu çok önemli işlevinden yararlanarak; dün ile bu gün, bu gün ile yarınlar arasında çok sağlıklı adımlar atmayı daima önemli görmüştür. Eğer beynin bu çok önemli fonksiyonu olmamış olsaydı, biz bu gün her şeyi günübirlik düşünür ve tabiatıyla yanlış yapmama, durumdan vazife çıkararak konumumuzu tayin ve tespit etme yeteneğimizden mahrum kalabilirdik. Bu durum bizi devlet isek yıkılmaya, kişi isek mutsuz olmaya mahkûm ederek hayatımızı anlamsız hale getirebilirdi.

Bu gün dünyada yaşanılan gelişmeleri ve meydana gelen olayları daha iyi anlamak için hafızamıza her zamankinden daha fazla müracaat etmek dönemindeyiz. Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerinden itibaren karşısında oluşan düşman gücün niyet ve politikalarını iyi okumak için hafızamızı çokça zorlayarak, bu düşmanlıkların sebeplerini anlayıp, tedbirlerimizi günlük siyasi çekişmelerin üzerine taşımalıyız. İçimize; asırlarca sabredilerek sokulan fitne-fesat ajanlarının da etkisi ile millet ve siyasiler olarak bir birlerimizle olan iktidar kavgalarını bir tarafa bırakıp, yakın tehlike olan düşman niyetlerine karşı topyekûn savunma ve taarruz hazırlıklarımızı en dehşet şekilde tamamlamalıyız!

Avrupa medeniyetinin temellerinin atıldığı, Rönesans - Reform hareketleri, aydınlanma çağı ve sanayi devriminden sonra elde edilen maddi ve fiziki gücün bütünü ile bu büyük milletin varlığını Anadolu’da yok etmek için kullanıldığını hatırlamalıyız. 1699 Karlofça anlaşması ile başlayan, batı karşısındaki gerilememiz bütün eksikliklerimize rağmen onların beklediği gibi yok olup gitmemizi sağlayamamış, aksine direncimizi arttırmıştır. Devlet olarak inişe geçtiğimiz yıllarda karşımızda; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Prusya, Rusya ve Avrupa’nın diğer devletleri vardı. Henüz Amerika’nın esamesinin okunmadığı o yıllarda bile; bu gün olduğu gibi, birbirimizden çektiğimizi, karşımızdaki düşman bloktan çekmiyorduk desek abartı yapmış olmayız.

Sahip olduğumuz Osmanlı imparatorluğunun bütün kaynaklarının talan edilmeye başlandığı 18.y.yılın sonlarında bu yağma hareketlerine 1783 yılında kurulan Amerika da katılmak istedi. Ancak o zamanlar Osmanlı’ya bağlı olan Cezayir Dai’si Hasan Paşadan yedikleri tokat ile akılları başlarına gelen Amerikalılar, tarihte ilk kez kendi dilleri dışında (Türkçe olarak) bir anlaşma imzalayıp, ardından bir sandık dolusu dolar ve altını da haraç vererek canlarını Akdeniz’de zor kurtarmışlardı. Tarihteki bu kuyruk acısını unutmayan Amerika, bu gün yanına aldığı bir dizi kukla devlet ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını görmezlikten gelerek bir takım manevralar ile önümüzü kesmeye çalışmaktadır. Ve yine Türklerin karşısında olmayı kiliseye sadakat ve dini ibadet sayan Avrupa’nın güçlü devletleri de, Amerika’nın kışkırtması ile Türkiye’nin yasal haklarını ihlal edip buradan hak devşirebileceklerini zannediyorlar! Buna karşı Türkiye; Amerika’nın ve batının ikiyüzlü riyakâr ve yalancı politikalarına karşı önce Doğu Akdeniz’e sondaj gemileri gönderip, ardından S-400 çıkışını yaparak bu niyet ve girişimler için kolay bir lokma olmayacağını bütün dünyaya haykırmaktadır. Türkiye’nin tarihsel arka bahçesi olan Suriye politikalarının tarihi gerçeklere uygun olmadığını düşünüyoruz ancak; Doğu Akdeniz ve S-400 konularındaki politikaları Amerika’nın ve Batı’nın çirkin yüzüne atılan tokatlar olarak milletimizin bütünü tarafından alkışlanmaktadır.

Eğer Amerika ve Avrupa bizden geçmişin rövanşını almak istiyorlarsa, bu güçlerin geleceklerini karartabilecek gücümüzü ve kararlılığımızı göreceklerdir! Tarihsel hafızamız bunu göstermektedir.