Trabzon Günleri öteden beri yapılır.

İlk yapıldığında bütün illere örnek olmuştu.

İşin sorumluluğunu taşıyan ve mutfağında çalışan dönemin yöneticilerinden olduğumdan birçok Kültür Turizm Müdürü arkadaşımızın bu organizasyonun nasıl yapıldığına dair bilgileri bizden almışlığı vardı.

Sonradan hemen her il Ankara'da tanıtım günleri düzenlemeye başladı.

Aslında AKM'nin mevcut konumu da bu tür etkinlik için çok da uygun olmamasına rağmen bu özel tanıtım günleri büyük ilgi gördü.

Özellikle Trabzon günlerine katılım çok sayıda oluyordu.

AKM önündeki taksicilerle bazen yaptığımız sohbetlerde işlerinin Trabzon günlerinde diğer vilayetlere oranla daha yoğunlaştığını anlatıyordular.

Her yıl aynı konsept, aynı mamuller, aynı ürünlerle yapılan bu etkinlikler zamanla albenisini doğal olarak kaybetti.

Giderek “panayır” havasına dönmeye başlayan etkinliklerde satış ünitelerindeki ürünlerin yeterince denetlenmemesi de zaman zaman eleştiri konusu oluyordu.

Kültür ve sanat etkinlikleri de her geçen yıl yavanlaşıp “kültür sanat turizm kenti imajı”ndan uzaklaşılmaya başlandı.

İşin ticari boyutu ön plana çıktı.

Her şeye rağmen Türkiye'de bir ilki başlatan şehir olarak Trabzon bu tür faaliyetleri, Ankara, İstanbul, Bursa, Antalya, İzmir gibi büyük illerde yaptı.

Hatta Almanya'da Dortmund'da da kardeş kent olarak Trabzon Günleri yapıldı.

Maalesef Alman ziyaretçi çok gelmese de yine de bir ilk olarak önemliydi. Almanya’daki gurbetçi kardeşlerimiz için bir hasret giderme etkinliği olmuştu.

Bütün bu etkinlikler yapıldı ve maksada ulaşıldı.

Şimdi Trabzon'u bekleyen yeni bir görev var.

Yeni açılımlar yapmak gerek.

Ziyaretçilerin Trabzon'a gelmesi için çok özel etkinlikleri bünyesinde barındıran festivaller düzenleme zamanı geldi artık.

Yılda bir kere kent merkezinde, Trabzon'a özel bir konsept içinde festival düzenleyip, insanları Trabzon'a getirmenin programı yapılmalı.

Gül, ot, portakal çiçeği festivalleri gibi her yörenin kendine has, başka yerde bulamayacağı göremeyeceği etkinlikleri bünyesinde barındıran festivallerden biri Trabzon'a özgü bir anlayış içinde yapılamaz mı?

Bu festivalin fındık, hamsi, tereyağı, Trabzon ekmeği, Hamsiköy sütlacı, Akçaabat köftesi, Sürmene pidesi, Yomra elması, karayemiş ve benzeri ürünlerin merkezinde olması gerektiği aklınıza gelmesin.

Bunların ve daha da fazlasını da içinde barındıran, kültür sanat, turizm, spor temalarıyla güçlendirilmiş bir festival Trabzon'a gelmek için meraklılarına cazibe oluşturmaz mı?

Trabzonspor'un şampiyonluk kutlamalarında yaşanan coşkuyu gördük.

Gerektiği gibi organize edilebilecek Trabzon'a özgü kültürel, turistik, doğa, gastronomi, tarih ve benzeri değerlerini yansıtan bir “KENT ŞENLİĞİ” Trabzon'un marka değerini daha da ileri seviyeye taşır.

Şu tarihte Trabzon’da olmalıyız diye insanlar not defterlerine ekleyebilecek, seyahat acentelerinin de tur programlarında yer verecek bir etkinlik eminim bu kente yerli yabancı turist çekme anlamında daha faydalı olacaktır.

Artık Trabzon Ankara'ya ya da başka vilayete taşınmamalı, Türkiye Trabzon'a gelmeli.

Bir de yayla şenliklerimiz var ki onu da bir başka yazıda konu ederiz.

UZUNKUM'DAN SONRA İNCİRLİK SAHİLİ DE GERİ GELDİ

5000 yıllık tarihi kent diye anlatmaya başlarız ya Trabzon'u.

Anlatırız da bu tarihi süreç içindeki değerlerimizi koruyabilmiş miyiz diye aklımızdan geçirdiğimiz olur mu hiç?

Mesela doğamızı, sahilimizi, dağ ve tepelerimizi, dereleri ve göllerimizi, antik yollarımızı, tarihi İpek Yolu’muzu, mesire yerlerimizi. Listemizi çok daha uzatabiliriz.

Eskileri yaşayanlar, başta kuzguni siyah kumları ile kaplı sahillerimizde denize girdiği yılları özlemle anlatırken masal gibi dinleyenler inanmakta zorlanıyorlar.

Denizi doldurma, sahil yolu idi derken ne Kemerkaya'dan, ne Ganita’dan, ne Sotka'dan, ne İncirlik'ten, ne Faroz'dan, ne Uzunkum'dan ne de Akyazı'dan eser kalmadı.

Evet bu sahiller yok oldu gitti.

Bu yok oluşla birlikte deniz kültürümüz de kayboldu.

Yeni nesiller denizle barışık olmadan yaşamaya başladılar.

Trabzon'un binlerce yılda oluşan sahilleri iki dozer bir kepçe ile yok olup gittikten sonra, açılan sahil yolu da ihtiyaca cevap veremediği için yeni çareler aranmaya başlandı. Tanjanttı, Kanuni Bulvarıydı derken daha da büyük düşünülmeye başlandı!

Boztepe'den tüneller, mahallelerden viyadükler geçirilip kenti bozmakta olan trafiği rahatlatmaya ulaşımı kolaylaştırmaya çalışırken bir de bakmışız ki, aynı amaçla yaptığımız sahil yolu da ihtiyaca cevap veremediği gibi sahillerimizi de kaybettik.

Oysa baştan Güney Çevre Yolu tercih edilseydi ne denize küs yaşardı bu şehir ne de trafiğin cenderesi içinde boğulurdu.

Neyse olan oldu derken bir de baktık ki bir sabah Uzunkum'da, Faroz'da, İncirlik altında sahil geri gelmiş.

Doğa kendini yenilemiş.

Sanki benden size bir fırsat daha dercesine olanca güzelliği ile İncirlik sahili ortaya çıkıvermiş.

Bakın İncirlik Mahallesi’nde doğup büyüyen gazeteci Bülent Deveci geçenlerde gezip fotoğrafladığı bu özel sahil için ne diyor:

"Çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği sahil 50 yıl sonra da olsa eskisi gibi… Doğa gereğini yapıyor, ya insanlar? ‘İNSAN YIKAR, O YAPAR...’ Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Trabzon'un sahil bandı Faroz ve İncirlik Mahallesi sahilleri geç de olsa eski kimliğine kavuştu. Çocukluğumuzda denize girdiğimiz bu sahile ‘Ne olmuştu?’ diye merak edenlere sahil bandı, insan eliyle üç kez ‘yol gerekçesiyle’ doldurulmuştu. Doğa ise 50 yıl da geçse insanların doldurup, yol geçirip yok ettiği sahili adeta, yeniden insanlığın hizmetine sundu. Ve insanları yeniden denizle buluşturdu...”

Şimdi Büyükşehir Belediyesi bu sahilleri düzenleyip halkın hizmetine sunma gayreti içinde.

Tabi ki arıtma ve kanalizasyon sorunlarını çözdükten sonra. 

Öyle görünüyor ki Başkan Murat Zorluoğlu Trabzon'u yeniden denizle buruşturmada kararlı.

Güzel bir havada torunla Yalıncak Plajına gittiğimizde iki yaşındaki Öykü'nün ve arkadaşlarının aldığı keyif bence bu işte emeği geçen tüm yetkililere verilecek en büyük armağan olmakta.

Şimdi sıra Uzunkum ve İncirlik sahillerinde. Halk bekliyor...

GÜNEŞ YANIKLI YAYLA ÇOCUKLARI

Belki bir gün yolunuz yaylalara düşerse, yayla çocuklarını gördüğünüzde yüzlerindeki güneş yanığının kırmızılığı, burunlarının üstü soyulmuş halleriyle bazen elindeki yayla çiçeklerini size uzattığında sakın yadırgamayın.

Aksine bu dağların ardındaki yaylalarda yazın inek peşinde koşturan çocuklardan nice bilim ve devlet insanları ile sanatçılar ve de yöneticiler çıktığını düşünerek onlarla sohbet edip hangi okulda okuduklarını sorarak motive etmeye bakın.

Kışı şehirde geçirip yazı ise yaylalarda özgürlüğe yelken açıp olabildiğince doğa ile iç içe yaşayan bu çocuklar aslında hayallerini besledikleri ortamlardan bize güzellikler sunmakta.

Yaylayı, dağı, bayırı, tepeyi, düzü, dereyi, ineği, koyunu ancak TV’lerdeki belgesellerde izleme yerine bizzat yaşayarak gören çocukların hayvanları bakıp; soğuğa, sıcağa, sise, dumana, yağmura, yaz ortasında çoğu zaman yağan doluya aldırmadan yaşama azimleri onları bizzat tecrübe edindikleri zirvelerden daha da yükseğe taşımakta.

Bir gün yayla yolunda aracımızla giderken ellerindeki küreklerle yollarda bir şeyler yapmaya çalışan çocuklar görmüştük.

Yayla yanığı yüzlerinin olanca güzellikleri ile kürekle yoldaki çukurları dolduruyorlardı.

Durduk.

Hoşbeş derken sohbet sırasında okuduklarını yazı yaylada geçirdiklerini öğrendik.

Yaptıkları işi de, “Yollardaki çukurlar araçları ve sürücüleri zor durumda bırakıyorlar, onları doldurarak yolu düzeltiyoruz.” diye anlatırlarken sanki kamu hizmeti yapmanın hazzını yaşıyorlardı.

Başlarını okşadık.

Kitap almaları için harçlıklarını verdik. Yolumuza devam ettik.

Yayla çocuklarının size sunduğu bir demet çiçeğin, güneş yanığı çehrelerindeki yüce sevginin işareti olduğunu bilmek lazım.

HAFTALIK

HERKES EVİNİN ÖNÜNDE İNMEK İSTERSE

Trabzon halkı olarak şunu itiraf etmeliyiz:

Türkiye'de şehir içi ulaşımda en çok imkâna sahip illerden biri belki de tekiyiz.

Şimdi itiraz seslerini duyar gibiyim:

“Nasıl yani? Şu trafik keşmekeşliğini görmüyor musun?

Otopark sıkıntı, yol kenarları araçlarla dolu, yollar bozulur yapılır, yapılır bozulur…”

Öyle değil işte anlatmak istediğim.

Dolmuş esnafını bir dinleyin bakalım:

“Rampada inmek isteyen mi, yolcu indirdiğim yerden elli yüz metre sonra kısacıķ mesafeyi yürümekten üşenip aracı tekrar durdurup inen mi, ‘şurada inebilir miyim’ dediklerinde hiç te uygun olmayan yerde inemeyeceğini anlamazlıktan gelip söyleneni mi, evine 50 metre kala indirdiğim yolcuyla inmeyip 50 metre sonra tam da kapısında ineni mi ararsın...”

Her mahalleye dolmuş var.

Her mahallenin aralarına “şuradan gidebilir miyiz” diye seslenen yolcuya özel hizmet var. Evinin önünde binip meydanda inemediğinde söylenen var. Her an her saat dolmuş bulma imkânın var.

Yakıtın litresi 25 lira olmuşken 5 TL’ye her yere gidersin.

Bütün bu dolmuş hizmetlerinin yanı sıra Belediye Otobüsleri de her mahalleye ve çoğu köye ulaşım hizmeti verir.

Üstelik belediye otobüslerinde indirimli ve bedava yolcuların sayısı ücretlilerden fazladır.

Gel de taşımacılıkta Trabzon birçok şehirden önde deme.

Çoğu şehirde bu tür bir dolmuş hizmeti bulamazsınız.

Tek hat üzerinde belirli duraklarda inip biner, yürüyüp iş yerinize veya evinize gidersiniz.

Peki, “müsait yerde inebilir miyim” yerine duraklarda indirme bindirme uygulamasına geçilebilir mi?

Bu düzen Trabzon’da yürür mü?

Zor.

Alışmış insanlar istedikleri yerde inip binmeye.

Lâkin bir yerden başlamak lazım.

NE OLACAK BU AKARYAKITIN HALİ

Eminim Trabzon'daki araçlar diğer illere göre daha çok yakıt harcamakta.

Bir dostum ailesiyle gelmişti.

Bir haftaya yakın misafirimiz oldu.

Adres tarif ederken, çokça  “aşağı yukarı” sözcüklerini kullanmışım ki, nasıl rahat bulabildin mi bizim evi ya da Meydanı diye sorduğumda; “Oho Trabzon'da adres bulmak kolay, aşağı indin mi yukarı, yukarı çıktın mı aşağı. Bunu bildin mi olay çözülüyor” diye cevaplamıştı da çok gülmüştük.

Lâkin gelin görün ki bu “aşağı yukarı gidiş gelişler” düz memleketlere oranla daha çok yakıt harcamanıza yol açıyor.

100 TL’ye 4 litre yakıt alamadığımız dönemleri yaşıyoruz.

Evet ne olacak bu yakıtın durumu?