Zağnos Vadisi ve de köprüsü, Fatihin komutanlarından Zağnos Paşanın ismini taşır.

Bir zamanlar çarpık plansız kaçak yapılaşmanın sonunda bu vadi tam bir gecekondu mahallesi halini aldı.

Aslında şehrin en güzel yerinde tarihin tam merkezinde bulunan mahalle bilinçli bir planlama ile koruma altında tutulup özgün yapısını bozan gecekondu istilasına maruz kalmasaydı Trabzon Kalesi ile birlikte Eski Trabzon'u simgeleyen çok güzel bir semt olabilirdi.

Aradan yıllar geçti. Vadi temizlendi. Yeşil alanlar oluşturuldu.

Sıra kültür ve turizme yönelik fonksiyon vermeye gelince maalesef bu yapılamadı.

Şimdi vadi insanların çok da uğramadığı bir yer halinde.

Aslında Gülbaharhatun Camii, Türbesi, Zağnos köprüsü ve bir kültür kurumu olan tiyatro binası ile vadi başlı başına bir kültür aksının içinde.

SGK binası yıkılınca Devlet Tiyatrosu'nun da bulunduğu alanda yeni bir tiyatro binası yapılabilir.

Vadinin yamaçlarından da yararlanarak bölgenin dokusuna uygun yapılacak  bir tiyatro binası bölgeye değer katar.

Bu arada Kaleiçin’de çok yerinde bir kararla bilimsel kazı başlatıldı.

Bu kazılarda tarih öncesinden günümüze, Roma, Bizans, Komnenos ve Osmanlı dönemine ait bulgulara rastlamak büyük bir ihtimal.

İşte bu bir fırsattır Zağnos Vadisi için.

Açık hava müzesi konseptinde buluntuların da sergilendiği tam bir Kültür Vadisi haline getirilebilir.

Kaleiçi bağlantılı yürüyüş yolları ile inilen vadide tarihle kucaklaşıp geçmişin izleri ile buluşmak çok heyecan verecek aktivite olur. Düşünsenize 5000 yıllık tarihe sahip bir kentin izlerini yansıtan eserleri izleyerek vadiyi geziyorsunuz.

Böyle bir tarihin içinde kim gezmek istemez ki...

Yine yapımı sürdürülen Tünel Akvaryum da bitirilince yeni bir turizm destinasyonuna sahip olur Trabzon... Kaleiçi, oradan açık hava müzesi konseptinde düzenlenmiş vadi ve tünel akvaryum çıkışı ile Tabakhane Vadisi gezisi...

O zaman bu turizm aksını bir daha anlatalım...

Ortahisar mahallesi, Fatih Camii, Musa Paşa Camii, Kanuni Parkı ve Kanuni Müzesi, Muhibbi Edebiyat Kütüphanesi, Zağnos Köprüsü, Kale Burcu, Gülbaharhatun Camii, Türbesi, Zağnos Kültür Vadisi, geçişlerle Kaleiçi, İçkale Camii... Bu aksın ziyareti için farklı başlangıç ve bitiş noktaları da belirlenebilir...

Düşünelim. Ama düşüncede kalmasın. Yapalım.

BİR HAYALİN PEŞİNDEN GELEN GERÇEK KIRSAL TURİZM
Bir hikâyesi olmalı insanın anlatacağı.

Ya da hayalini yaşadığı bir dünyası...

70’li yıllarda TV'nin siyah beyaz olduğu dönemlerdi.

Bir dizi vardı herkes tarafından sevilen: Küçük Ev'di bu dizinin ismi.

Halk sevmişti. Çünkü güzel bir aile dayanışmasını anlatıyordu.

Yine hemen her dönem sevilen bir çizgi filmi var: Heidi, dağlar kızıdır. Dağların temiz havasında dedesi ile yaşayıp koyunları, ineklerini yemyeşil çimenlerin üstünde gezdirip hayvanlarını bakar ve mutlu yaşardı.

Şimdi Maçka'da bilenler bilir, Pilavdağı'nın eteklerinde Küçük Evin, sevimliliği Heidi'nin hayvanlarının peşinde koşturup temiz dağ havası ile yaşadığı hayatı hem yaşayan hem de misafirlerine yaşatan bir aile var.

Bu aile bizden biri.

Biri baba, biri anne, biri oğul, biri de kız evlat...

Öyle film kahramanı filan değiller.

Sahiciler...

İsterseniz önce bu güzelliği yaşayan ve yaşatan Selim Yavuzyılmaz'ı dinleyelim:

“Sekiz yaşında kurulan bir hayalin adım adım gerçekleşmesidir bu çalışma aşkım.

Hayat felsefem: Bazıları hayal kurar, hayalle yaşar. Bazıları hayal kurar benim gibi hayalini yaşar.

Allah herkese kurduğu güzel hayalleri yaşamayı nasip etsin. Sekiz yaşında o kocaman istiriç ağacının altında tek başıma kurduğum hayalim, önce eşim sonra oğlum ve daha sonrasında da kızım ve şimdi de binlerce Pilav Dağı Yavuzyılmaz Tesisleri ailesinin fertleriyle ve her geçen gün büyüyen bir aileye dönüşmenin verdiği mutluluğun anlatılması kelimelere sığmıyor.  Zirvedeki Cennet, ikinci sefer gelirken dağın başında bir evinin ve kendine ait bir anahtarının hayat bulmuş şeklidir... “

Hani turizmi çeşitlendirip zenginleştirmek adına planlar, projeler, toplantılar yapılır ya Yavuzyılmaz ailesi konuşmayı bir tarafa bırakıp işe girişmişler. O dağ yüzyıllar boyunca orada durmuş.

Yayla olmuş, mera olmuş...

Şimdi de doğanın zirvesinde, birbirine sıkı sıkı bağlı ailenin hayallerinin mekânında hizmet veren bir turizm tesisi oluvermiş. Turizm tesisi dememize bakmayın. O doğadaki her şey, sizi içine çekip kendi dünyasına taşıyan bir sihre sahip sanki. Pilavdağı zirvesinde ormanın gölgesinde, hayvanların otlarken çıkardığı çıngırak seslerinin ritmine kendinizi kaptırmışken, rüzgârın serinletici esintisi ile daha da zirveye tırmanma arzusu kaplıyor insanı.

Gecenin sessizliğinde bir an önce denize ulaşıp evlerine kavuşmanın heyecanını yaşayan Onbinlerin Dönüşü'nde anlatılan yorgun askerlerin çıkardığı ayak seslerini de hayalinizde canlandırdığınızda tarihin derinliklerine de dalabilirsiniz.

Bir ailenin el ele vererek işletmeye çalıştığı tam anlamıyla Doğa Turizmine hizmet eden Pilavdağı Tesislerinin babası Selim Yavuzyılmaz'ın çocukken hayallerini süsleyen böyle bir girişimin hayat bulması kırsal turizmin de en güzel örneği...

Ne diyelim;
“Bazıları hayal kurar
hayalleri ile yaşar
bazıları da hayal kurar
hayalini yaşar”

Karadeniz'de, Trabzon'da herkesin kurduğu hayali yaşama fırsatı var aslında...

VALİNİN EMRİDİR KİTAPLIK KURULACAK
“Merhum Yazıcıoğlu'nun anısına”

Bir Anadolu kasabasında Türkçe öğretmenisiniz. Çok ta gençsiniz.

Mesleğin ilk yıllarında öğrencilerinle derslerin dışında futboldan konuşur onlarla top oynarsın.

Bildikleri FB, GS, BJK yanına TS’ye de sempati kazandırıp taraftarı yapacak kadar öğrencilerinle ilgilisin. Ahali seni sever veli saygı duyar. Bekârsın. Bulabildiğince uygun bir ev kiralamışsın kasabada.
Soban da vardır, demleyecek çayın, sohbet edecek dostun, okuyacak kitabın da...

Tabi bir de arada bir oturup halleştiğin kasabanın kahvehanesi ve orada dertleştiğin dostların da.
Gecenin bir vakti genç öğretmen yarınki ders planını yapmış, anlatacağı konuyu bir kez daha gözden geçirmiş, dışardaki yağmuru bereket, rüzgarı doğanın sunduğu müzik kabul edip henüz uykuya dalmış. Gurbettesin ne de olsa ve de yalnız. Hava kasvetli. Kapı hızlıca çalınıyor. Ve tan ağarmasına az bir zaman kalmış. “Hocam hocam yabancı değil benim... Kahveci...”

Öğretmen uykulu gözle, “Hayırdır gecenin bu vaktinde.” soramadan, kahveci: “Evinde ne kadar kitap varsa bana verir misin hocam.” deyiverdi bir solukta.

Öğretmen uyku mahmurluğunda kahvecinin ne işi olur kitapla. Hele gecenin bu vaktinde diye düşünmeye fırsat bulamadan anlatmaya başladı telaş içinde demli çaylarını dostlarla birlikte yorumladığı kahvehanenin sahibi:

“Yarından sonra bütün kahvehanelerde bir kitaplık bölümü olacakmış. Valilik emriymiş. Vali Bey de bu konuya çok önem veriyor. Kontrol hemen yarın sabah başlayacak. Ne yapacağız şimdi diye kara kara düşünürken birden aklımıza olsa olsa Türkçe öğretmenin evinde kitaplık köşesi kuracak kadar kitap olur diyerek sizi rahatsız ettik hocam...”

Öğretmen mutluydu kahvehanelerde artık kitap okunacak diye ama bir şartı vardı: “kitaplarımı geçici olarak veriyorum. Size üç gün süre... Ben kitaplarımın bir kısmını size hediye edeceğim. Siz de bu süre içinde kahvehanenin kitaplık bölümünü zenginleştireceksiniz.”

Sonra mı? Denetim olumlu geçti.

Jandarma tutanağına, “Bu kahvehanede kitap bölümü vardır.” notu düşüldü...

Öğretmenin kitapları mı?

Birçoğu kahve kitaplığına armağan.

Her mahalle, köy, kasaba ve ilçe kahvehanelerinde bundan böyle kitaplık bölümü kurulacak emrini veren zamanın valisi merhum Recep Yazıcıoğlu, kahveciyi de verdiği kitaplarla kurtaran bu satırların yazarı idi...

Hemşerimiz efsane Vali Recep Yazıcıoğlu Allah'ın rahmeti üzerine olsun.