Gözümüzün önünde gerçekleşen onca olaya ilişkin, bir gün sorulduğunda verilecek cevapları olmalı insanın. Hele ki; çağına tanıklığı benimsemiş aydının aldığı sorumluluk, salt çağına tanıklık etmekle de sınırlı değildir.

Sözüyle, kalemiyle, yapıtlarıyla ezilenler adına zalimi, zulmü, barbarlığı yargılar. Yaşamın, insanlığın geleceğe ışıt tutan deneyimini, değerlerini, erdemini savunur… Aydın salt bir liman, bir sığınak olmakla yetinmez, zamanı geldiğinde barikata, koruyucu bir zırha dönüşür. Dönüşmeli.  

Fırtına yaklaşıyor ama ben umursamıyorum.

İnsanlar ölüyor, ben perdelerimi kapıyorum

Tek bildiğim, şu anda nefes aldığım

Dünyayı değiştirmek istiyorum.

Ama onun yerine uyuyorum

Senle benden fazlasına inanmak istiyorum

Ama tek bildiğim nefes aldığım.

Tek yapabildiğim, nefes almaya devam etmek.

Tek yapabildiğimiz, nefes almaya devam etmek.

“Keep Breathing” (Nefes Almaya Devam Et) başlıklı şarkısıyla, tüm dünyaya böyle sesleniyor Amerikalı şarkıcı İngrid Michaelson… Bu protest-hüzün; Olaylar karşısındaki çaresizlik hissi, salt büyük acıları yaşayanlarda değil, onlarla duygudaşlık kurabilen her yürekte mevcut. İşin garibi, bu “acıda ortaklık” halinin varlığı bile insanlık adına bir avuntu nedeni olabiliyor.

Oysa çok değil, on yıl kadar öncesinde küresel algıda iyimserlik rüzgarları esiyor… Teknoloji gündelik yaşantımızı kolaylaştırıyor, neredeyse tüm sınırları ortadan kaldırıyordu. Sosyal medyanın yayılmasıyla kitlelerin sesinin çok daha gür duyulacağı tahminleri yapılıyordu. Herkes düşüncesini özgürce paylaşabilecek, “sessiz çoğunluklar” sesini hiçbir aracıya gereksinmeden duyuracaktı…

Ne yazık ki, durum hiç de öngörüldüğü yönde gerçekleşmedi. Sosyal medyanın bizzat i kendisi, düzeysizliğin ve nefret söylemlerinin bir virüs gibi yayılmasına ev sahipliği yaptı. Üstelik kitlelerin biriktirdiği öfke ve kızgınlık, negatif enerjiden beslenen yeni tip politikacıların da yükselişini beraberinde taşıdı. Ülkemizde ve dünyada keskin politikalar, dışlayıcı ve aşağılayan söylemler daha gür duyulur oldu.

Ortadoğu’da ve yurdumuzda son yıllara denk düşen bitmek-tükenmek bilmeyen olumsuzluklar, özellikle gençler üzerinde ‘umarsız farkındalık’ adını verebileceğimiz bir duygusal tepkiye dönüşüyor. Araştırmalar, karamsarlığın kültürel olarak hızla yayıldığını gösteriyor. Öyle ki kitlesel umutsuzluk, ekonomiye dahi nefes darlığı çektirebilecek güce sahip. Yani basit şekliyle ifade edersek;

Karamsarlık bulaşıcı!.. Dolayısıyla çağımızın eğitimli ve duyarlı çaresizleri, istemeden katıldıkları o büyük koroda hep aynı şarkıyı terennüm ediyorlar!; “Tek yapabildiğimiz, nefes almaya devam etmek.”

Evet, çepeçevre dört bir yanımızda moraller iyi değil. Daralmak, sıkılmak için neden çok. Ama böyle durumlarda popüler kültürün gel-gitleri arasında nefessiz kalmaktansa soluğu,  yüzyıllara dayanan  Anadolu bilgeliğinde aramakta fayda var…

‘Sadece nefes almak’ çaresizlik ifadesi olsa da, mutlak hükümdar Kanuni’nin dediği gibi “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” önermesine de kulak vermeliyiz. Unutmayalım ki “nefes”;

Aynı zamanda, aşk ateşiyle yanan kalbin rahatlığa ulaşmasına da yorulur… Amerika’dan protest bir ezgiyle başlayan yazımı, Anadolu’dan Kul Hüseyine atfedilen (16.Yüzyıl) Zamanede Bir Hal Gelmesin Başa adlı türküyle sonlandırmak istiyorum;

“Hüseyin beyhude ‘ah’ etme naçar/ Bir kapı örterse birini açar.

Efendim, tabibim, cananım/ Buna dünya derler, hepsi geçer

Hangi günü gördün akşam olmamış?”

Şafağın şavkıyla aydınlanmış bir hafta dileklerimle…