McCarthy döneminin cadı avına özendirilen, Midas’ın kulaklarından  daha kepçe kulaklı, elleri klavyeli kadrolu trollerin! Bilirkişi kılınıp, yaratılan yılgınlık ortamında… Kaygı ve kuşkuların, giderek korku şalına bürünmesi, mevcut durumun sorgulaması noktasında, yurttaşlarımızı her zamankinden fazla tedirgin ediyor.

Bazen kuşkular, korkulu rüyalara, korkulu rüyalar da yaşamı etkileyip korkuyu yaşam biçimine dönüştürebiliyor. Böylece mevcut durumu yönetmenin bir aracı haline getirmekte mahir olanlar, ne bir sınır ne de kural tanımaz oluyorlar.

Cehaletle başa çıkmak zordur.

Hele, cahilin sahte diplomalısıyla daha bir zor...

Bilmiyor, görmüyor, duymuyor…

Ama tüyü bitmemiş yetimin hakkını çalıp, utanmadan işkembe-i kübradan savuruyor!

Mahkemenin hakkında vermiş olduğu; “Sanığın kullandığı diploma SAHTE olup, bu sahteliği yapanlarla dayanışma içine girildiğine, bu suça katıldığına dair herhangi bir delil yoktur. Mevcut delil durumuna göre ancak sanığın sahte diplomayı BİLEREK kullandığı söylenebilir.” Hükmüne rağmen, kendisini eleştiren CHP Grup Başkanvekiline sosyal medya hesabından;

“Engin Özkoç ! Şimdi iyi dinle; Eğer benim diplomasız olduğumu ve 4 maaş aldığımı ispat edersen ben herkesten özür dileyip siyaseti bırakıyorum. Aksi durumda sen ne yapacaksın? İspat edemezsen milletvekilliğinden istifa edecek misin? Hodri meydan ” diyebilecek kadar işi pişkinliğe vuran Sahte diploma hamili! Hamza Yerlikaya sanıyorum mahkemenin hakkında kurduğu hükmün halen farkında değil.

Eyyy Yerlikaya… mahkeme, diplomanın sahte olduğunu ve senin tarafından bilerek kullanıldığını çoktan hükme bağladı bile, sen halen neyin aklını taşıyorsun? Yoksa sahtekarlığının baki kaldığını okuyamayacak denli eğitim engellisi misin?

Yok efendim siyaseti bırakacakmış, ne büyük lütuf, birçok kamu kuruluşunda görev yapıp, milletin vergileriyle oluşturduğu devletin kasasından nemalanan kişinin siyasi kimliğinden arınmış olması zaten her şeyden önce etik bir zorunluluktur. İstifa konusuna gelirsek; mahkeme kararının ardından, üyeliğinin devamlılığı ya da sonlanması artık senin değil, seninle gurur duyan mensubu bulunduğun partinin tasarrufu olmuştur.

Ya şimdi ne olacak?

Dört diploması olup da İşkur kuyruklarında ömür tüketen  garibanın ahı… diploması olmayıp ama; Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, Vakıfbank yönetim kurulu üyesi ve eski Milletvekili olan kişinin yanına kar mı kalacak?  Bakalım daha nice öğütecek, suyunu kurutup çarkını kırdığınız değirmeninin taşı?

Yozlaşmanın, ikiyüzlülüğün, riyanın ve ihanetin bin bir türlüsüne denk geldikçe, insanın yazmak, paylaşmak istenci de derinden yaralar alıyor. bir de eş dosttan gelen, “onca bedeller ödeyerek yazıyoruz da ne oluyor…”  mealinden sorgulamalar, içimdeki yangını daha bir harlandırıp çekilmez kılıyor. Biliyorum “yazıyoruz ama yazdıklarımız toplumda karşılığı nicedir?” sorgulaması fazlasıyla umut kırıcı…

Apansız Melih Cevdet Anday’ın Telgrafhane şiiri düşüyor yüreğime. Telgrafhane bir ülkenin içinde bulunduğu durumun şiirsel fotoğrafıdır aslında. Gerilim, huzursuzluk, kırılganlık ve acı vardır. Bireyin ülkesine karşı sorumluluk duygusunu ve içindeki yangını anlatır;

Uyuyamayacaksın
Memleketin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen eski sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku girmez ki…
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.(*)

Ama toplumun bir kesimi halen tepkisiz, bir kesimi ürkek, çokçası tam Aziz Nesinlik!..

Uzun bir süredir, “kaç kişi” diye bir soru takılıyor aklıma… Ülkenin içine düşürüldüğü  bu seyirlik ortamın ayırdına varmış yurttaş sayısı kaçtır acaba?

Güzelliklerle sarmal bir hafta dileklerimle.

(*) – Şiirin son satırında geçen “çalacaksın” vurgusu; Tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz koymayı  teşvik anlamında değildir!