Kederliyim yine bugün kalemim kağıdımın üzerinde kayarken. Bilmeden ne kadar can yakıyor, kalp kırıyor şu insan. Dönüp arkasına bakma zahmetine bile girmeden yürüyor öylece. Yağmurlu havada kulağımda son zamanlarda sürekli dinlediğim bir parça. Yüzümü kaldırmadan kimse ile göz göze gelmeden yürüyorum. Hayat etrafımda hızla akarken ben yalnızca önüme bakıyorum. Böyle değil midir zaten yalnızlığın ağırlığı, sabah kimseye günaydın demediğin için sesinin kısıldığını ancak akşam fark eder, masaya koyduğun tek tabak ile hissedersin tüm benliğinde.

Kulaklarımda çalan şarkıya aşinayım. Hadi beraber söyleyelim. Neden susuyor benliğim? Neden bitkin bedenim? Nedenlerim çok fazla. Soru sormaya korkuyor kalbim. Beynim mi olmalıydı doğrusu? Kavgalı ikisi de bir anlaşamadı. Kalbim diyorsa kara, beynim beyazdan yana. Ne garip. Garipsemişim her şeyi ondan sanırım.

Ne saçma bir dünya düzeni bu? ‘BEN’ hayal ediyorum ‘SEN’ yaşıyorsun. Susmak tek çare gibi görünse de doğrumu yaptığımız? Yok ki bir kitabı açıp bakalım. Olasılıklar hatta tesadüfler ışığında yaşıyoruz. Akşam eve döneceğimiz, sabah kalkıp yürüyeceğimiz belli değil. Sevdiğimiz insanı kaybettiğimizde anlamıyor muyuz değerini. Kaybedince verilecek değerin bir kıymeti kalmıyor oysaki. Yanımızdayken tutunmamız gereken insanlar gidince yokluyoruz elimiz ile koltuğumuzun boş tarafını.

Ardından yalnız kaldığımız için şikayet etmeye başlıyoruz. Ağırlık yavaş yavaş çöküyor içimize. Her sabah aynada ki görüntümüz daha çok değişiyor. Kendimize yabancı olmaya başlıyoruz. Ne kadar şanlıymışız oysaki. Telefonumuz sevdiğimiz insanların isimleri ile çalarken. Değer kıymet bilmek varken nedendir kırmanın dökmenin sebebi?

Ellerimizi açıp isyan etmeden, evdeki sesler ıssızlaşmadan, vakit varken sevmek lazım. Yapraklar solmadan, sonbahar gelmeden, kırmadan ve dökmeden sarılmak lazım. Sonra dönüp bakmaya bile fırsat sunmuyor hayat sevdiklerimiz kayıp giderken.