Kelimelerin içimdeki çırpınışı, gökyüzüne yayılışı ve oradan çıkıp bulutlara uzanma isteği arasında bir balığın avcının elinden kurtulma çabası kadar kısa bir mesafe var. Bir karınca kadar yol alıyor duygularım. Küçük karıncanın duygulara dayanarak kıpırdanışı kadar hafif, gökyüzü kadar sonsuz benim dünyam. Ne zaman baş gösterdi bu ruhsuzluğum? Nerede başladı her kıvrımımı acıtan bu düşünceler? Yaralarımı görmeye ne zaman başladım da onlara böylesine sırt çevirdi yüreğim? Hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim hayat ile gerçekler, gerçekler ile hayat arasında bir yerde kaldığım. Sadece bildiğim çok küçükken ellerimi kaldırıp direnişim ve bildiklerim kadar çok güçsüz olduğum.

Daha önce hiç duymadığım bir tür müzik kulaklarımda çalıyor. Bağırışlar, mutluluklar, kahkahalar, acılar hepsi karışmış kulaklarımın içindeler sanki. Dans ederken buluyorum kendimi. Bedenim ritme göre hareket ediyor. Ruhumun ilacı değil bu. Ruhum yorgun, bedenim halsiz. Nerede kesildi nefesim? Küçücük bir yerdeyim. İnsanlar beni mutlu sanıyor. Oysaki ben boğuluyorum, kimse görmüyor. Mutluluk tadı damağımda kalan şeylerden sanırım. Aynı gülmek gibi. Bulunca kaybedilen, sahip olunca yitip giden.

Sürükleniyorum, nereye olduğunu bilmeden. Küllerinden doğmak benim için fazla hoş bir cümle oldu. Bilemiyorum. Ancak neden her seferinde yeniden doğuyorum? Neden her seferinde eksi noktasına yükseliyorum? Ve neden her seferinde bulutlara çarpıyor bedenim, ruhum, kalbim? Acılarım artıyor. Sağduyumu ve kontrolümü yitiriyorum. İçim ve dışım beni yok ediyor. Bir bulutun üstündeyim. Kendimi aşağıya bırakıyorum.

Hala bir umut var. Yeniden var oluyorum.