Perdenin solundan sahneye girer görgülü ve bilgili Hacivat. “Ooof Hay Hak” diyerek yaradana seslenir önce. Sonra perde gazeline başlar. Ve bu gazel ile birlikte dünyanın geçici olduğunu, oyun perdesinin dünyayı temsil ettiğini, ışık yanınca var olduğunu, söndüğünde ise yok olacağını, bu perdenin de dünya gibi bir ibret perdesini olduğunu anlatır.    

Gazelden sonra ise, “Yar bana bir eğlence medet” diyerek Karagözü çağırır. İçi dışı bir, saf, meraklı, bir o kadar da cesur, biraz da ağız bozuk Karagöz’ün sahneye girmesi ile oyun başlar. 

Evliya Çelebi’nin aktardığı meşhur rivayete göre demirci ustası olan Karagöz’ün asıl adı Bali Çelebi, duvar ustası olan Hacivat’ınki ise Hacı İvaz’dır. Osmanlı Devletinin kuruluş dönemlerinde bir cami inşaatında çalışan bu ikilinin arasındaki atışmalar bütün işçilerin eğlencesi haline gelir. Bu durumun işçileri oyaladığı ve cami inşaatını yavaşlattığı gerekçesi ile idam edilirler. Ve Sultan bu ikiliyi idam ettirdiği için çok üzülünce Şeyh Küşteri, bu acıyı hafifletmek için bu ikilinin adına böyle bir gösteri düzenlemeye başlar. Böylelikle Karagöz oyunun mucidi olur. 

Evliya Çelebi bu rivayetin dışında bir başka rivayetten daha bahseder. Buna göre bu ikili Anadolu Selçuklu döneminde yaşamış habercilerdir. Seyahatler sırasında karşılaşırlar ve herkesi güldüren atışmaları dilden dile yayılır, zamanla gösteri haline döner. 

Son dönemde ortaya atılan bir başka rivayete göre ise Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinde bu gölge oyununu görür ve beğenerek Osmanlı’ya taşır. 

Bu ikilinin tam olarak kim oldukları, ne iş yaptıkları, nereli oldukları maalesef bilinmiyor. Ancak varlıklarının yüzyıllardır süren bir geleneğe ilham olduğu tartışmasız. Bu gelenek uzun yolculuğunda elbette ki badireler de atlatır. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hacivat ile Karagöz oyunlarındaki argo konuşmaların dozu kaçınca şikâyetler oluşmaya başlar. Bu oyunun şeriata uygun olmadığı dillendirilir. Bu şikâyetler Kanuni Sultan’ın kulağına gidince Sultan, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin görüşünü ister. Ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi:

Rayetu hayâl al-zılli ekbera ibrâtın
Limen huva fi ilmil-hakikatı râkı
Şuhusun ve eşbahun temerru ve tankadî
Vatefna serian vel-muhariku bakî.

(Gerçek biliminde yükselmek isteyenler için gölge oyununda büyük ibretler olduğunu gördüm. Kişiler, kalıplar gölge gibi gelip geçiyor ve çabucak yok oluyor, onları oynatan baki kalıyor) diyerek bu geleneğin günümüze kadar ulaşmasına bir nevi vesile olur.

Hacivat ile Karagöz oyunu günümüzdekinin aksine metinlere değil doğaçlamaya dayanan bir oyundur. Bu oyun geleneksel tiyatro anlayışımız olan ortaoyununun da temellerini oluşturur. Ortaoyununda oyunun anlatıcısı olan Pişekâr görgülü ve kültürlüdür. Bu özellikleri ile Hacivat’ı andırır. Saf ve içten Kavuklu ise Karagöz’ü çağrıştırır. 

Zamanla ile yoğrulup kültürümüze kalıcı izler bırakan Hacivat ile Karagöz oyunu toplumun hemen hemen her kesiminden ilgi görmüştür. Gencinden yaşlısına, tebaasından Sultan’ına kadar…  Doğal olarak sarayda padişahların huzurunda da defalarca oynatılmıştır. 

Örneğin bir ramazan akşamı sarayda perde kurulur ve Sultan 3. Selim de oyunu izlemek için yerini alır. Hacivat perdede belirir, perde gazelini okur ve Karagöz’ün gelmesi ile de oyun başlar. Oyunda Karagöz, ağa rolündedir. Ve oyunun bir anında bağırarak kölelerinden birini çağırması gerekir. Yazılı metinden ziyade doğaçlamaya dayanan oyunda, oynatıcı Hafız Bey’in aklına bir anlık padişahın ismi gelir. Ve Karagöz bağırarak “Selim” der.

Her ne kadar bir oyun da olsa padişahın huzurunda, padişahın ismi ile bir köle çağırılınca tedirginlik oluşur. Karagöz’ün kölesine kendi adıyla seslendiğini duyan Sultan 3. Selim ise:

“Lebbeyk! (Buyurun Efendim) Buradayım.” şeklinde karşılık verir. 

Bunun üzerine sahneye Hacivat gelir ve Karagöz’e bütün gölge oyunlarının sonuna damga vuracak olan şu sözleri söyleyerek oyunu bitirir. 

“Yıktın perdeyi eyledin viran, Varayım sahibine haber vereyim heman.”