Kurgulanmış bir düşman motifi üzerinden varlığını sürdürüp, sürekli şiddet dilini kullanmak, kendi gibi düşünmeyenlere hakaret edip aşağılamak, ama karşıdan saygı beklemek…   Kişisel düzlemde “kendine güvensizliğin” ürünü, depresif bir ruh halidir.

Günlük yaşamda çokça karşılaştığımız ve her geçen gün toplumu daha bir kuşatan bu sayrılı ruh hali, iyileştirilmesi gereken insan manzaralarından sadece bir kesit!.. En tehlikelisi ise, Bir ülke ve devlet yöneticisinin hoşlanmadığı herkese, gençlere, gazetecilere, parti yöneticilerine terörist diye sürekli saldırması, o ülkenin sağlıklı bir toplumsal ve siyasal ortamda yaşamasını tamamen olanaksız kıldığı gibi, toplumda şiddet tohumlarının yeşermesine ve nefretin kurumsallaşmasına neden olur!

Tarihte liderlerin, günümüzde ise politikacıların kişiliklerini inceleyen Ruhbilimi ortaya çıkan bu vahim tabloyu;

“Ulaşılmak istenen bir kişilik hayali, gerçek kişilik ile hayal edilen arasındaki büyük fark, sonuçta sürekli yalan söyleme ve gerçeği abartma alışkanlığı!” diye tarif ediyor.

Tüm bunlar, bilimsel verilerle destekli genel doğrular;

-Kimi lider, kendi üstünlüğünü göstermek adına başarılarını, becerilerini abartır.

-Kendisinin çok etkili ve ÖNEMLİ kişi olduğuna inanır.

-Bütün insanları kendi çıkarları için kullanır. Sürekli kendi propagandasını yapar.

-Öz çıkarı için başkalarına kötülük yapmaktan asla çekinmez.

Yukarıda saptanmış kişilik bozuklukları ve benzeri durumlar,  kuşkusuz ki toplumda onarılmaz gedikler açılmasına neden olur. Bugün Türkiye’de oluşturulan şiddet kültürünün kurumsal nitelik taşıma eğilimi, en masum bir hak arama talebinin ya da itirazının şiddetle bastırılması, ruh bilimi açısından politikacılardaki bu algı bozukluğun en somut ürünü;

Oysa, liderlerin ve lider kadroların; “özellikle 15-25 yaş dilimi içinde bulunan gençlere rol-model oldukları bilimsel bir gerçekliktir…  Gençlerin şiddet eylemlerine başvurması, suç işleme eğilimlerinin artması, liderlerde gördükleri kötü örneklemelerin sonucudur.”

İçselleştirilen şiddet dürtüsü zamanla politikacının yakın çevresine de egemen olur. Parti ya da kurumsal yapılar şiddet ve tehdit senaryolarının üretildiği merkeze dönüştürülür!.. Böylece durumdan vazife çıkaran mafyatik yapılanmalar alan ve mevzi kazanır!

Daha önceleri belli bir ideolojik yaklaşıma, belli bir görüş açısına; örneğin milliyetçiliğe veya muhafazakarlığa özgü bir bağnazlığı temel güdü alarak ortaya çıkan saldırılar…  Bugün yukarıdan aşağıya etkileşim sonucu, (mağdurunda saldırganın da kendini ülkücü ifade ettiği) muğlak bir karışımın ötesine geçemeyip, sokak saldırılarının üstlenilme biçimi dahi siyasetten çok organize suç örgütlerine özgü pratikleri çağrıştırmaktadır.

Devlet katında karşılık bulan nefret dili  “içerde şiddet, dışarıda itibar kaybı” üretir. Maalesef öyle! Şiddet artık her yerde! Öncelikle de siyasetçinin dilinde. Ötekileştiren, kendinden olmayana öfkesini kusan bir siyaset dili halka kötü örnek oluyor. Gazete haberlerinde şiddet özne olarak öne çıkartılırken, Tv. ve dizilerle özensiz dil kullanımı reyting rekoru kırıyor!  Ailede, okulda, işte,  sokakta, sosyal medyada ve her yerde şiddet dili egemen.  Kısaca, içeride ve dışarıda müthiş derecede kırılganlaşmış bir zemin söz konusudur.

Toplumumuzun o çok övündüğümüz değerleri, hoşgörü, dayanışma,  komşuluk ilişkileri teker teker yok oluyor. Toplumun genetiğini bozan bu durum karşısında yönetim bürokrasisi hukuku askıya almadan çözüm üretmekle ödevlidir. Vatandaşla ilgili meseleyi kişisel, psikolojik, duygusal bir sorun olarak görüp meydan okumak, Mahkemelerin verdiği kararları işine gelmediğinde tehditler yağdırarak yerden yere vurmak, aynı kabinede olmasına karşın yargıya parmak sallamak doğru bir yaklaşım olmadığı gibi bu bir hukuk devleti tarzı da değildir. Kör parmağım gözüne dercesine bu kadar açık seçik oynanan meydan okuma oyunu bile! Ülkede siyasetin yargı üzerindeki güdümüne ve yargının da güdülenmeye çok çok açık yapısına net göndermeler yapmaktadır.

Nitekim benzeri müdahaleler nedeniyle canına tak eden Adalet Bakanının; “Klavye başına geçip her gün sosyal medyada bana tutuklama siparişi! Ya da tahliye siparişi!  Verenlere sesleniyorum. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Burada kanunlar işler, kurallar işler, usuller işler ve işlemeye devam eder Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya kimse parmak sallayamaz.” Diyebilecek noktaya taşınması, siyaset kurumunun ivedilikle hukuktan elini çekmesi gerekliliğinin en yakıcı ifadesi değil midir?

Salt birilerinin sertleşmesine gerekçelenerek, Hukuk ve Adaletin devre dışı bırakılması arayışları devletin hukuk dışılık fermanı ilan etmekle eşdeğerdir!

Hukuk devletinden söz etmek için iki hususa dikkat etmek gerekir. Birincisi devletin bir politik hedef olarak hak ve özgürlükleri, hedef almaması, saygı duyması, ikincisi ise buna rağmen hak ihlali söz konusu olduğunda, vatandaşların mağduriyetlerini giderecek etkili hak arama mekanizmalarının oluşturulması.

Şayet bu iki şıkta da sıkıntı varsa yani; politik amaçlarla kasıtlı olarak hak ve özgürlükleri hedef alınırsa bunun adı açıkça faşizm olur.

Güzel bir hafta dileklerimle.