Son yıllarda kulağımıza da hoş gelen bu ifadeyi çok duyar olduk. Yerli ve millî olmak. Eskiden, ilkokullarda çok güzel bir kutlamamız vardı, hatırlayın; yerli malı haftası. Herkes evinden kendi ürettiklerinden ne bulabilirse alır okula getirirdi. Her öğrencinin getirdiği bu ürünler birbirine karıştırılarak yine öğrenciler arasında paylaştırılır, böylece yerli üretim için bir farkındalık oluşturulması gerçekleşmiş olurdu. “Yerli malı Türk’ün malı her Türk onu kullanmalı” ifadesi ile anlatılan bu güzel etkinlik daha sonraları millî üretimin itici gücü olmuştu.

Türkiye son yarım asırdır bu mücadeleyi başarıya taşımak için elinden geleni yapmaya gayret etmektedir. Birçok alanda “yerli ve millî” imkânlarla üretilen çok sayıda teknoloji ürününü ihraç edecek seviyede olmamız ilerisi için ümitlerimizi arttırmaktadır. Henüz istenilen seviyede olmasa bile, bazı alanlarda “kötü komşu adamı mal sahibi yapar” atasözüne nazire olarak ihtiyacımız olan birçok hayati silah ve mühimmatı artık kendimiz üretebiliyoruz. İsrail’den tanesini 50 milyon dolara aldığımız İHA’lar’dan daha üstün özellikte olanlarının elli tanesini 50 milyon dolara üretebiliyoruz. Askeri zırhlı araçlar, motorları hariç, atak helikopterleri ve tanklar bunların başlıcalarındandır. Hemen her alanda “yerli ve millî” söylemini pusula olarak kullanmaktayız. Ancak üzülerek söylemek gerekirse, ekonomik ve medeni kalkınmamız ile hiçbir ilgisi olmadığı halde toplumun en yüksek dikkatle izlediği futbol alanında “yerli ve millî olmaktan” çok uzakta kaldığımız gibi adeta ekonomik imkânlarımızın akıl almaz tutarlarını bu alan için hem de yabancılara gözümüzü kırpmadan verebilmekteyiz!

Nasıl mı? İşte açıklayalım;

TFF 28 kişilik takım kadrolarının 14, 21 kişilik takım kadrolarının 12 kişisinin yabancı futbolculardan olmasını kabul etti. Bu akıl alacak bir iş değildir. Bunun üzerine büyük takımlarımızın hemen hepsi kadrolarının yarıya yakınını yabancı futbolculardan oluşturdular. Bunlardan; Trabzonspor 13 yabancı, Galatasaray 14 yabancı, Fenerbahçe 10 yabancı, M. Başakşehir 14 yabancı, Beşiktaş 13 yabancı, Rizespor 14 yabancı, MKE Ankaragücü 10 yabancı futbolcu ile başı çekmektedirler.

Yabancı futbolculara verilen milyon avro ile takım değerleri akıl almaz rakamlara ulaşmış bulunmaktadır. Bunlardan Galatasaray 136 milyon avro takım değeri ile başı çekmektedir. Onu, 85 milyon avro ile Beşiktaş, 64 milyon avro ile Trabzonspor, 64 milyon avro ile Fenerbahçe ve 60 milyon avro ile M. Başakşehir takip etmektedir. Türkiye süper liginin toplam değeri 677 milyon avro ’dur. Sormak lazım bu büyük bütçe ile bu takımlar Türkiye’nin hangi derdine derman olabilmektedirler. Üstelik bu paranın neredeyse yarıdan fazlası yabancı futbolcuların transferinde yabancı ülkelere verilmektedir.

Esasında her takım kendi altyapısından yetiştirdiği futbolcu sayısınca teşvik alıp birbiri ile yarışmaya sokulsa, bugün dünyanın birçok ünlü takımında oynayan Türk futbolcuların sayısı çok daha fazla olabilecektir. Yaşları geçmiş, sadece isimleri ile milyon avroluk transfer ücretleri ile takımlarımıza gelen yabancı futbolcular, eski Man kamyonları gibi, ancak 3-4 ayda oynayabilecek kıvama gelebilmektedirler. Kısa süre sonra da ligler biteceğinden, aldığı paralar ile altına döşek yapan futbolcuların ülkemize hiçbir faydası olmadığı gibi, bu futbolcular kendi aralarında sözleşmişçesine bir kelime bile Türkçe öğrenmeden milyon avroları alıp ülkelerine dönüyorlar. Hâlbuki Türkiye liglerinin 15 milyon avro değer ile en pahalı oyuncusu olan Abdülkadir, Trabzon da mahalle aralarında alt yapıdan yetişti. Fransa’ya gönderilen 20 milyon avro değerinde Yusuf Yazıcı Trabzon alt yapısından yetişti.

Her konuda yerli ve millî vurgusu yapan yöneticilerimizin, bir takımın bütün oyuncularının yabancılardan oluşarak sahaya çıkmasına izin vermelerini anlamak mümkün değildir. Sahaya çıkan bu yabancı futbolcular asla formasını taşıdıkları takımın ve seyircisinin ruhunu temsil edememektedirler. Bu ifadelerimizin yabancı düşmanlığı ile bir ilgisi yoktur.

Madem kurtuluş yerli ve millî olmakla sağlanacak, o zaman bunu hayatımızın her alanına yansıtmamız ve uygulamalarımızı buna göre düzenlememiz gerekmektedir. Çocuklarımızın körpe beyinlerini yabancı futbolcu isimlerini ezberleterek kirletme yerine; yerli ve millî futbolcularımızla, yani kendimizle onları tanıştırmalıyız.

Söylem ve slogan olarak yerli ve millî olmak yerine; hayatımızın her alanındaki uygulamalarımız ile gerçek “yerli ve millî” olmalıyız.

Yoksa kendimiz çalar, kendimiz oynarız!