Yığın ağaçları vardı köylerimizde,
Tarlalarımızın tam orta yerinde.
Üstelik ihtişamlıydılar,
Kuru ve uzun bir ağaç olmanın ötesinde.
Birer “merek” edasındaydılar.
Kucaklayarak mısır saplarını,
Direnirlerdi yağmura ve fırtınaya.
Kışın yol olurlardı, ahırdaki hayvanlara.
Mısırın kokusu sinerdi bünyelerine en doğalından.
Ne “GDO” ne de İsrail tohumu bilirdiler,
Ne ithalat baskısı ne de kimyasal gübreler.
Geleneğin madalyasıydı onlar.
Şüphesiz, sadece bir yığın ağacı değildiler,
Zira çok şeye tanıktılar;
Emeğe, alın terine, sıcağa ve soğuğa,
Yerli tarıma ve hayvancılığa.
Aile çiftçiliğinin gurur abidesi gibi,
Uzanırlardı sonbahardan kışa,
Uzanırlardı sonsuzluğa.
Sabır ve dayanışmayla.
***
Ve nihayet köyler de yelken açtı,
Modernizm ve kolaycılığa.
Mısır tarlaları dönüştürüldü fındıklığa,
Ve yığın ağaçları bir bir sökülüp atıldılar,
Bir daha da hatırlanmadılar.
Artık köyler; kimyasalın ve hibritin tutsaklığında.
***
Toprağın ve emeğin sahipleri,
Bir yığın ağacı edasıyla seyrettiler değişimleri.
Köylerini terk ettiler tüketimin kucağına,
Ve tanıdık olmayan bir yazılım,
Bir yıkım ağacı dikti,
Anadolu’nun topraklarına.