Devlet kapısından nemalanan asalağın…

Geleceğini döviz kurlarına yaslayan fırsatçının… 

Birlikte yürüten! her türden istismarcı kalpazanın…

Hesabını yaparken, şimdi de gün geçmiyor iktidar partisinin bir kurucu bileşeni, istifa eder etmez itirafta bulunmasın. Son erimde “yargıda fetö taktikleri uyguladık…” diyerek bu kervana katılan…

M. İhsan Aslan neyse de, sonunda yenge bile;

Kadına Yönelik Şiddet Günü etkinliklerinde; “Katiller, Mafya babaları, Zorbalar rol model gibi lanse edilmesin” diyerek Rahşan Ecevit vari topa girdi!.. 

Bir şey değil de bu gidişle bir başka istifayı kalbimiz kaldıramayacak gari!

Böylesine insanın aklıyla sınandığı ortamlarda, YETER deyip iki ayağı üzerinde doğrulup “ varım-buradayım” diye yüreklice haykırmak, geleceğine sahip çıkmak varken…

Sinip susup… Yurttaş Sorumluluğunu unutup, üç maymuna Nazire yaparcasına!.. 

Halen olup bitene ağzını, gözünü, kulağını, hatta yüreğini kapatarak;

“Dur bakalım ne olacak?” diye ısrarla Godot’u bekleme kolaycılığına yatanlar! 

Yediveren güllerinin soldurulduğu bu verimli topraklarda; Bir zamanlar… Çıkmaz sokakların loşluğunda, hangi kahpe pusuların atılacağını, hangi acılarla baş başa bırakılacağının farkındalığında! Ama yine de insan onuruna yaraşır bir yaşam ve herkes için özgürlük talebinden ödün vermeden, ateşten gömlek kuşanan yiğitlerin haykırışını duyuyor musunuz?

“Saati ayrılığa kurmuşum.

Olmaz teslimiyet!

Ziyan aklımı senle bozmuşum,

İçerim felaket…” sahi, duyuyor musunuz?

Biliyorum… Bilmekteyim; içinizi alazıyla kavuran bir kor. Belki de en mahreminizle dahi paylaşamadığınız, daha da yoğun duygular yüreğinizi iğdiş etse de, yine midye misali ürkekçe içinize kapanmaktan asla yüksünmezsiniz!

“…Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani, hani derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf…”

Oysa uğruna mücadele vermemiz gereken, çocuklarımızın emaneti ne de çok değerimiz var bizim!.. 

Özgürlük gibi, Barış ve kardeşlik gibi, Atamızdan miras Cumhuriyet gibi, İnsan onuruna yaraşır bir yaşam gibi…

Kusurlu da olsa mücadelesi vermekten yılmayacağımız;  Demokratik, Laik, Sosyal hukuk devleti gibi…

İç sesimizi hayasızca kısıp… Kibrin ve kinin labirentlerinde kuşça canımıza kastetseler de, dış sesimizle olabildiğince haykırmaya devam etmek, her şeyden öte Cumhuriyetimizin Kurucu Babalarına olan borcumuz değil midir dostlarım? 

Tarihte hazıra konmak gibi bir durum tespiti yapılmamıştır ,uğruna ödenen bedeller ve  kazanılan değerlerle taçlanır  zamanın ruhu hep!..

Bu fırtına geçecek. Ama bu süreçte yapacağımız tercihler hayatlarımızı şayet hayatta kalmayı başarırsak önümüzdeki yıllar boyunca etkileyecek.

İnsanlık şu anda küresel bir krizle boğuşuyor ve biz haberimiz dahi olmadan, salgında 3. PİK aşamasına yükselmişiz?  Belki de bizim neslimizin karşılaştığı en büyük kriz bu. Önümüzdeki bir kaç hafta bireylerin ve devletlerin alacakları kararlar salt sağlık sistemimizi değil ekonomimizi, siyaseti ve kültürümüzü de şekillendirecek.

Hızlı ve kararlı davranmamız gerek. Yapacaklarımızın uzun vadeli sonuçlarına da odaklanmalıyız. Alternatifler arasında tercih kullanırken, kendimize sadece kapımıza dayanmış bu küresel tehditle nasıl başa çıkacağımıza değil, bu fırtınalı günleri geçtikten sonra bizleri ne tür bir dünyanın beklediğini de sorgulamamız gerek!

Evet fırtına geçecek insan ırkı hayatta kalacaktır, çoğumuz hayatta kalacağız ama içinde bulunduğumuz dünya artık daha farklı olacak.

Sevgi, dostluk ve hukukun egemen olduğu bir Türkiye özlemiyle.