Bir Fransız yazar olan Guy de Maupassant önemli bir hikayeci. Ben onun Şeytan Hikayesi'nden yola çıkarak Fransızların insan kalitelerini, ne denli şeytanî bir ruh taşıdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Fransız Cumhurbaşkanı Macron ile hikâyenin kahramanlarından Honoré ne kadar da benzeşiyor diyeceksiniz.

Hikâyenin son bölümü şöyle bitiyor:

Honoré (öldürülen kadının oğlu), öğlen yemeğe eve geldi. Memnun gözüküyordu, hatta bakışlarında alaycı bir hava vardı. Yemeğini yedikten sonra yine tarlaya gitti. Hiç kuşkusuz, en uygun koşullarda buğdayını topluyordu.

La Rapet (bakıcı kadın) ise, gittikçe çileden çıkıyordu. Her geçen dakika, ona artık parasının ve zamanının çalınması gibi geliyordu. Bu inatçı ve ihtiyar kadının boğazına sarılmak, zamanını ve parasını çalan o zayıf ama hızlı soluk alış verişini durdurmak istiyordu.

Böyle bir şeyin tehlikeli olacağını düşündü ve kafasında bin bir düşünceyle Bontemps (Honoré'nin annesi) ananın yatağına yaklaştı.

- Daha önce hiç şeytanı gördünüz mü? diye sordu ona.

- Hayır, diye mırıldandı yaşlı kadın.

La Rapet, bunun üzerine, ihtiyar kadınla konuşmaya, ölmekte olan güçsüz ruhunu korkulara salmak için uydurma hikayeler anlatmaya başladı.

“Ölmeden birkaç dakika önce, şeytan ölüm döşeğinde yatanlara görünür, diyordu La Rapet. Elinde bir süpürge, başında tencere vardır, bağırır durur. Onu görenlerin işi bitmiş demektir; artık birkaç saniyeden fazla yaşamazlar”.

La Rapet, sonra da, daha o yıl baktığı Joséphin Loisel, Eulalie Ratier, Sophie Padagnau ve Séraphine Grospied’ye gözlerinin önünde şeytanın nasıl göründüğünü bir bir anlattı.

Nihayet heyecana kapılan Bontemps ana, huzursuzlanıyor, çırpınıyor ve ellerini sallıyor, başını çevirip odanın öte yanına bakmaya çalışıyordu.

La Rapet, birdenbire yatağın yanından kayboluverdi. Dolaptan bir çarşaf alıp sarındı, kafasına bir tencere geçirdi. Tencerenin kısa ve eğri üç ayağı, kafasının üzerinde üç boynuz gibi yükseliyordu. Sağ eline bir süpürge aldı, sol eliyle de teneke bir kovayı havaya fırlattı.

Kova, yere düşünce korkunç bir gürültü çıkardı. Sandalyenin üzerine fırlayan bakıcı kadın, yatağın ucunda asılı duran perdeyi havaya kaldırdı, keskin çığlıklar atıp el kol hareketleri yaparak, üzerinde çarşaf, kafasında yüzünü gizleyen tencere ve elindeki süpürgeyle, ölüm döşeğindeki ihtiyar kadını tehdit eden acayip bir kukla gibi ortaya çıkıverdi.

Çılgına dönen, delice bakan ihtiyar kadın, yerinden doğrulup kaçmak için insanüstü bir çaba gösterdi. Omuzlarını ve göğsünü yorganın altından çıkarmayı bile becerdi fakat derin derin iç çekerek birden yığılıverdi. Ölmüştü!...

La Rapet, sakin sakin her şeyi yerine yerleştirdi. Süpürgeyi dolabın köşesine dayadı, çarşafı dolaba yerleştirdi, tencereyi ocağın üzerine koydu, sandalyeyi duvarın önüne çekti ve kovayı yerine bıraktı. Sonra, alışık olduğu hareketlerle, Bontemps ananın gözlerini kapadı, yatağın üzerine bir tabak yerleştirdi ve içine, kilisede okunmuş su kabından su koydu.

Konsolun üzerindeki şimşir parçasını bu suyla ıslattı; yatağın yanına çömelerek, işi gereği ezbere bildiği duaları büyük bir aşkla şevkle okumaya başladı.

Akşam Honoré eve geldiğinde bakıcı kadını dua ederken buldu. Hemen bir hesap yaptı ve La Rapet’nin kendisinden bir frank alacaklı olduğunu fark etti; üç gün ve bir gece annesine bakmıştı. Bunun karşılığı beş frank ederdi; oysa La Rapet ile altı franka anlaşmıştı.

Yani Honoré (eşcinseli Macron) anasını çok kazanma uğruna ve sevgisizlikten şeytana teslim etti. Şeytan da hem kazandı hem de Macron'u rahatlattı.

Kişilik, insanlık meselesi. PKK-YPG-YPC'ye dadılık yapan Macron elbette layığını bulacak.

Anasını öldürenler Kürtleri yaşatacak öyle mi?

Hadi ordan hadi...