Bizde uzman, stratejist, analist diye ekranların müdavimi olanlar maalesef dünyayı okumada cehaletin merkepleri mesabesine gelecek kadar bile fikir serdedecek seviyede değiller. Tarih, din, felsefe, coğrafya, ekonomi gibi temel disiplinlerden tam nasipli olmadıklarından meseleleri tahlil etmek yerine problemleri bir anafora sokup karmaşıklıktan faydalanarak ilmî görünmek isterler. Tabii bu tutumları onların sathî kaldıklarını setretmeye yetmez.

“ABD'nin İran devletinin değil İran mollalarının generalini bir suikastle öldürmelerinde hedefi ya da hedefleri neydi?” sorusu onlarca konuşmacı tarafından bir türlü mantıkla uyuşan cevaplara kavuşturulamadı. 

Biz belki bir taşra yazarıyız. Böyle evrensel ölçekteki bir problematiği çözmede kendimizi yeterli görmemiş olabiliriz. Lakin ekranlardaki nakısaları görünce ister istemez inisiyatif alma mesuliyetini hissettik.

Şimdi tahlile girelim: General Süleyman hemen yakınına sızmış ajanlarca koordinat verilerek füzeyle öldürüldü. İran mollalarınca Kum şehrinde yetiştirilip bir mezhebin cihatçısı olarak Irak, Suriye, Lübnan üçgeninde milisleriyle çok masum kanı döktü. Yine dünyanın birçok yerinde milyonlarca masum kanı döken ABD tarafından bu insan öldürüldü. Yani caninin caniyi öldürdüğü bir olay.

Niçin cani caniyi öldürdü? Trump hem seçimlerde hem de azil sürecinde Yahudi gücünü arkasında muhkemleştirmek için bir hedef aradı, uygun hedef General Kasım Süleymani'ydi.

Bakınız ABD'nin vurduğu Bağdadî ile Süleymanî kendi yarattığı canavarlardı. Bu canavarların ortak özelliği İran ve İsrail dışında İslam coğrafyasına musallat olmalarıdır. Bu iki İslam düşmanının ne bir Yahudi'ye ne de bir Fars'a bir kurşun attıkları duyulmamıştır. Bunların hedefleri Kerkük'teki, Musul'daki, Halep ve İdlip'teki zavallılardır, masumlardır. Türkiye'de de birçok katliamın arkasında bunlar vardı.

Her şeye rağmen bizim coğrafyamızın canavarlarının -bizden başka hele de bir ecnebi tarafından- cezalandırılmasına sevinmemiz mümkün değil.

Hani İran “intikam” çığlıkları atıyor ya! Tamamen “atıyor” inanın! 1979'daki İran Devrimi aslında bilinenin aksine aslında İsrail'i “daim kılma” devrimidir. “Sen havla ve beni tavla” siyasetinin bir izdüşümüdür.

Bu suikast; mezhepçi politikaların önünü açmak, iç siyasetten kaçmak için işlenmiş bir cürûmdür. İran'la korkut, bu korkutmayla Vahabileri ve Sunnileri hizaya getir, İsrail'i ise muhafaza et siyasetidir. Ari ırkından olan Farisîler Müslüman olduktan sonra bile asla etimolojik akrabalarıyla savaşmış değillerdir.