Anadolu, kültür ve medeniyetin önemli temel taşları vardır. Medeniyetimizin temel taşları milletimizin ve inancımızın kaynağından beslenerek diğer milletlerin ulaşmak istediği bir konuma gelmiştir. Anadolu irfanı ve medeniyet, insanlığın en sahih birikimidir anlayışıyla hareket eder. İyi ve faydalı olan, kötü ve zararlı olmayan ve insanlar için yaşamsal olduktan sonra ne üretilirse üretilsin, kim tarafından üretilirse üretilsin medeniyete esastır. 

Medeniyeti ben Karadeniz’e benzetiyorum. Farklı ülkeler, farklı coğrafyalar, farklı iklimler ve nehirlerden beslenir. Böylelikle oluşan sentezle birlikte kendine münhasır bir özellik ortaya çıkmıştır. Karadeniz bu faktörlerle birlikte hangi kaynaktan aldığı yaşanan döneme, iklime, ilgili bölgenin verimliliğine, toprak yapısına, yaşam biçimine ve diğer yaşamsal şartlara bağlı olarak değişebilir. Nehrinlerin taşıdığı suyun niteliği ise kendini besleyen kaynakların özelliğine bağlıdır. Türkiye’nin özellikle içerde demokratikleşme ve ekonomik refahla birlikte, dışarıda da daha aktif yeni bir dış politika ve diplomasi ile son yıllarda atağa kalkmasını analiz edenler, bu süreci “Yeni Türkiye” kavramı ile açıklamaya çalışıyorlar. Biz buna Türkiye’nin medeniyet kavramına yeni bir anlam yüklemesi ve medeniyetler arasında yüksek düzeyli iletişim anlamında piyasa dili ile söylemek gerekirse bir alışveriş desek belki daha doğrusunu söylemiş oluruz. Bugünlerde ülke olarak belki de bize düşen en önemli görev: medeniyetimize ve insanlığımıza ait değerleri dünyanın tamamı olmazsa dahi kültürel coğrafyasını devraldığımız topraklara ve burada yaşayan kardeşlerimize medeniyet dünyamıza ait değerleri hatırlatmak ve aramızdaki ortak kardeşlik bağlarının çoğalmasını sağlayarak buhranlardan ve çatışmalardan dünyamızı kurtarmak olmalıdır. Birey için, liyakat, fedakârlık, feraset ve ihlas; toplum için sevgi, dayanışma, fedakârlık, dostluk, muhabbet, şuur ve ülkü gerekir. Liyakat ve ihlası olmayan bireyden, sevgi, dostluk ve dayanışmanın olmadığı bir toplumdan medeniyet çıkmaz. Bunlara sahip olmayanın da bir medeniyet iddiası içerisinde olması boş bir gürültüden ibarettir. Medeniyetler kolektif aklın ürünüdür. Kolektif aklın büyüklüğü ve mukavemeti ne ise, ortaya konulan medeniyetin büyüklüğü de onunla doğru orantılıdır.

Medeniyette, insanın kalp ile aklı arasındaki bir bütünlüğün ürünü olarak ortaya çıktığına göre, yeni bir medeniyet ortaya koyacak isek, önce insanı ele almak ve buradan yola çıkarak bir toplum tasavvuru oluşturabiliriz. Ülkülerin yerini ihtiraslara, vefa ve dostluğun yerinin gurur ve kibrin aldığı, sevgi ve dayanışmanın yerini çıkar ortaklıklarının yer aldığı bir toplumdan kâmil manada bir medeniyet çıkartmak mümkün değildir. Kendi medeniyetini benimsemiş, medeniyet tasavvurunu inkişaf ettirmiş bir toplum dileklerimle.

Kültür ile medeniyet birbirinden ayrı kavramlardır. Kültür: yüz yıllar öncesinden beri oluşan tecrübelerle bu günlere taşınan ve bu günlerde de toplum hayatında yaşayan inanç ve davranış biçimleridir.

Medeniyet ise, çeşitli eğitim süreçlerinin, ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin insan ve toplum üzerindeki etkisiyle meydana gelen, geleneksel kültürden farklı ve değişmiş, ferdi ya da toplumsal davranışlardır.

Kültüre etki eden bizatihi toplumun kendisinin yıllardan beri birçok süzgeçten geçen tecrübeleri olduğu halde, medeniyete toplumun ilişki içinde bulunduğu diğer devletlerin kültürleri ile eğitimle birlikte ekonomik, bilimsel, teknolojik ve sosyal nedenlerle değişen davranışları etki eder.

Medeniyet denilince başka ülkelerin bilim ve teknolojideki gelişmişliği anlaşılsa da aslında medeniyet denildiğinde, eğitim, bilim ve teknolojideki gelişmişliğin insan ve toplum davranışlarına olumlu etkisi anlaşılmalıdır.

Fakat bu her zaman doğru değildir. Yani eğitimin ve endüstrinin gelişmesi her zaman medeniyette gelişmeye yol açmaz. Mesela, “Cehalet okumakla giderilecek bir şey değildir. Had bilmemekten kaynaklanır. Kültürü alamamış olmaktan kaynaklanır.” Bu yüzden eğitim, bilim ve teknolojideki gelişmişliğin insan ve toplum davranışlarına etkisinin olumlu yönde olacağına dair kanaat sadece medeniyeti bu yönde algılama isteğinden kaynaklanmaktadır.

Oysa eğitim, bilim ve teknoloji bakımından diğerlerine göre önde olan ülkelerdeki halkın medeniyet, uygarlık, düzeyine baktığımızda durum hiçte umulduğu gibi değildir. Bu toplumlardaki aile yapıları, toplumsal dayanışma yokluğu, bireysellik, yurt ve devlet sevgisi gibi konulardaki gevşeklik bu görüşlerimizi doğrulamaktadır.

Milli kültürü bizzat medeniyetin kaynağı haline getirmek ve toplumu soysuz değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak bilinmesi gereken bir medeniyet davasıdır.