Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla öğle yemeği için bir işletmeye gitmiştik.

Masamızdaki iki sandalye boş olduğu için iki kişi izin alarak oturmak istedi.

Biz de ‘Tabii buyurun oturabilirsiniz’ dedik. Neyse yemekler gelmeden önce karşılıklı hoşsohbet ettik. Yanımıza oturan iki kişi, karşılıklı konuşmaya başladılar. Hemen yanımızda oldukları için biz de ister istemez konuşulanları duyuyoruz tabii.

Konu yıllık izin muhabbetine geldi.  Arkadaşımın yanında oturan şahsın iki aylık yıllık izini varmış. Nasıl kullanacağını, nerede tatil yapacağını hesap ediyordu.

Benim yanımda oturan arkadaşı ise arkadaşına çıkışarak ‘Ya neyi hesap ediyorsun, çok çok iki aylık yıllık izinin var. Sanki çok fazla iznin var da hesap ediyorsun’ deyince bende şaşırdım kaldım.

Bende yanımdaki ağabeye dönerek saygılı ve esprili bir dille ‘Ağabey, iki aylık yıllık izin az mı? Daha ne olsun. Ya özel sektörde çalışanlar ne yapsın’ deyince ağabey, çok da fazla bir tepki vermedi.

Belli ki bu iki ağabeyimiz de devlet memuruydu. Konuşmalardan da anlaşıldığı üzere devlet memurları yıllık izinleri beğenmiyorlar, süresini az buluyorlar.

Bir de ikinci bir husus daha var.

Yine aynı gün aynı işletmede iki devlet memuru arasında bir konuşmaya daha şahit olduk arkadaşımla birlikte.

Aynen konuşmaları aktarıyorum; bir devlet memuru arkadaşına “Ben biraz geç geleceğim, sen benim yerime bakarsın” söylemlerine de şahit olduk.

Diğer arkadaşı da “Tamam olur” diyerek arkadaşını destekliyor.

Şimdi işin aslına gelecek olursak!...

Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir iş ahlakadır.

Sözümüz, işini düzgün yapan devlet memurlarına değildir.

Farkındayız ki birçok kurumda işini düzgün yapan hatta ekstra mesai harcayan fedakar devlet memurları vardır. Onlara canı gönülden teşekkür ediyoruz.

Devletinin kalkınması için çabalayan, birilerinin torpili ile değil de liyakatli memurlarımızın sayısının artmasını da diliyoruz.

Ancak eminim ki yukarıda şahit olduğumuz olaydakisi gibi bakış açısına sahip olan devlet memuru arkadaşların sayısı aslında hiç de az değil.

Yani ‘Devlete kapağı atalım da ne olursa olsun.’ Yeter ki devlette masa başı bir iş olsun!..

Kimin umurundaki mesai kavramı. Kimin umurundaki devlet dairelerinde işlerin ilerleyip ilerlemediği…

Kimim umurundaki işini düzgün yapan, mesai kavramına dikkat eden memur arkadaşlarının hakkına girdiği.

‘Devletin malı deniz, yemeyen keriz’ mantığıyla hareket eden sözüm ona memurlara bir çift lafımız var.

O oturduğunuz masalar babanızın malı değil. Unutmayın ki aldığınız maaşı bu vatandaştan kesilen vergilerle alıyorsunuz. Tüysüz yetimin hakkı var.

Kimse ‘Ben hakkımla bu görevlere geldim’ edebiyatı yapmaya kalkışmasın. Torpille bir başkasının hakkını çiğneyerek masa başı işlere getirilenleri de çok iyi biliyoruz.

İşinin hakkını vermeyenler için diyeceğimiz o ki eğer Allah korkunuz varsa işinizi adam gibi yapın. Mesai kavramına dikkat etmek zorundasınız. Zaruri durum olmadıkça bile bile birkaç dakika dahi olsa geç mesai yapmaya hakkınız yoktur.

Mesai saatleri içerisinde vatandaşın işini aksatarak ‘lak lak’ yapamazsınız.

İşinizi beğenmiyorsanız, sıkıldıysanız veya yaşınız itibari ile yorulduysanız memurluk yapmak zorunda değilsiniz. Dışarıda binlerce, milyonlarca diplomalı ve diplomasız işsiz gezen gençler var. İş bekliyorlar. İşin ehli olanlar sizin yerinize pek ala memurluk yapabilirler.

Aldığı maaşı hak etmeyen memurlaradır sözüm, bu milletin iki eli yakanızdadır bilesiniz.

Son sözde birim amirlerine, arada bir emriniz altındakileri kontrol etmekte fayda var.