Erkler ya da kuvvetler ayrılığı; Devlet gücünün birbirinden ayrı organlar eliyle dağıtıldığı yönetim anlayışıdır. Bu anlayışın uygulama pratiği; devlet niteliği kazanmış her toplumda birbirinden farklı üç temel erkin “Yasama-Yürütme-Yargı” varlığı ve bunların kendi aralarında bağımsız bir statüye sahip olmaları esasına dayanır.

Yargı gücü, yasama ve yürütme gücünden ayrı değilse özgürlüğün var olmayacağını söyleyen Montesguieu’nun fikirleri, devrimden sonra anayasal hareketlerin esin kaynağı olmuştur. 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 16.ncı md.’si erkler ayrılığının Anayasal Devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmektedir.

Erkler-Güçler Ayrılığı ilkesini devletin ve Anayasanın temeli olarak kabullenip özümsemiş devletlerin en dikkat edilmesi gereken yanı, bağımsız yargı ile ilişkisinde ve etkinliğinde aranır.

Yargı “hak dağıtan” yapısı nedeniyle de herhangi bir etkiden bağımsız olmalıdır…

Bu bağlamda, mevcut Anayasamızın 7-8 ve 9.ncu maddeleri, Erkler Ayrılığı İlkeleri ışığında düzenlenip,138.nci maddesiyle güvence altına alınmıştır;

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 138… Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm kurarlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere EMİR ve TALİMAT veremez, GENELGE gönderemez, TAVSİYE ve TELKİNDE bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve hükmün yerine getirilmesini geciktiremez.”

Atatürk’ün; “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz.” Sözünün dahi unutturulup, Anayasanın amir hükümlerinin FİİLİ durum dayatmalarıyla bay-pas edildiği yabanıl süreçlerde! susup bir kenara çekilip oturmak, ne bu Cumhuriyetin anayasal kurumlarına nede Yurttaşlarına yaraşan bir davranış değildir.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın Kongre öncesi; “Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü, asıl şimdi BAŞLIYORUZ!”  veciz hatırlatmasının bir önemli adımı olan ve; Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından 2014 yılında TBMM’de düzenlenen Vizyon!  toplantısında İTİRAF ettiği!

“Anayasanın 138.nci maddesi (mahkemelerin bağımsızlığı maddesi) bu memlekette ölmüştür!

Hukuk, adaletin enstrümanıdır, Siyasetin enstrümanı değildir. Soruşturmaların gizliliğine uyması gerekenler uymuyor, buna da isyan ediyorum. Uymayanlar varsa bunlar içinde gereğinin yapılması lazım! Soruşturma yaparken kimse kendini kanunların, hukukun üstünde kabul edemez. Devlet bir tanedir onunda kuralları vardır.

Ekonominin önemli bir kısmı kayıt dışıysa hiç tereddütsüz siyasetin bir kısmı da kayıt dışı olur. Siyasetin finansmanı netleşmeyince çıkar amaçlı ya da sosyolojik gurupların, siyaset alanını daralttığını, kuralı belli olmayan!, yöntemleriyse hiç belli olmayan bir şekilde siyaset alanına müdahale edildiğini görüyoruz! Bunun mutlaka şeffaflaşması lazım!”

Ölen kim? Öldüren kim? Bunları kim söylüyor? Zamanın Türkiye Cumhuriyeti Meclis Başkanı!

Bugün ki ardıllarından daha açık ve pervasız! Ama gelin görün ki o şimdi külliyeden Ayasofya baş imamına laf yetiştirmekle ödevli!  Hal bu iken halen anlamamakta diretenlere, Mahir Ünal’ın veciz açıklaması da kifayet etmiyorsa. Umarım CIA eski Türkiye şefi, Paul Bernard Hanze’nin 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu iddia edilen Türkiye Raporu ışık tutacaktır;

“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. ÜLKEYİ KURANLAR denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde, Meclis;  Meclisi ikna ettiğimizde, Ordu; Orduyu ikna ettiğimizde Yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer, Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle Yargı, Ordu, Meclis ve Hükümeti tek bir elde toplayan BAŞKANLIK REJİMİNE geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır.” (*)

Tüm bu olup bitenler. Anayasa değişikliği uğruna, kimlerin tepemizde neden tepindiğinin açık ve net izahı olmuyor mu sizce?

Güzel bir hafta dileklerimle.

(*)-Rehan Gündoğmuş-ZDF