Abdürrahim Karakoç'un meşhur şiirinden bir alıntı ile başlayalım...

Mektup yazdım Hasan'a, ha Hasan'a ha sana...

Oğul bir mektup yaz bizim Hasan'a,

Bıldırki itlerin çoğu öldü de

Tor tosunlar kayış yardı bu sene,

Koç öküzler epey ayrık yoldu de.

Benim, ben diyeyim on, siz deyin yirmi kadar Hasan isminde arkadaşım vardır. Refika teyzemin oğlu Hasan'la başlayalım yâd etmeye Hasan'ları; komşularım soyadı Nalbant olan iki Hasan'a selam ile sürdürelim sohbeti.

Başta Hasan Aydın beyfendi geliyor. Cengiz Han gibi beyaz ve dalgalı saçları, onu görenlere Ortaasya'dan Trabzona yeni gelmiş hissi veriyor. Yani henüz Anadolu Türklüğüne iltihak etmiş gibi durmuyor.

Bir de Erdoğdu Mahallesi'nin asi çocuğu Hasan Ozan var ki namıdiğer Devlet derler ona. Tam bir belali dünyadan eğitimciliğe tekamül etmiş enteresan bir tip. Gençlik arkadaşlarını saydığı vakit "bundan mafya lideri olurdu da nasıl oldu matematikçi oldu" diye bir fikir turunun hafızalarda fır dönmesi kaçınılmazdır.

Bir de Ali arkadaşım var. Hasan ismi geçer de o cümlede Ali'yi es geçmek Ehli Beyit'e saygısızlık olur. Lakin Ali, hoca oğlu olup da elinden telefonunu düşürmemesi eleştirilmeden atlanacak bir ayrıntı olmasa gerek.

Neyse biz dönelim Hasan'lara...

Akçaabatlı Hasan ağabeyi unutmak olmaz. Böyle bir hata yaparsam bayat çayın biri gider diğeri gelir önüme. Bunu göze alamam. Yaylacık'ta Hasan ağabeyin çay ocağına giden müşteriler, çay istesin ama sakın Türk kahvesi diye seslenmesin. Hayatı Yaban ellerde geçtiği için Türk kahvesi yapmayı öğrenememiş. Bu da kusur değil.

Önceki okulumda bir arkadaşım daha vardı: Hasan Sarı... Onu kelimelerle anlatmaya imkan yok. Orhan Veli'nin "Anlatamıyorum" şiirindeki tutukluğu yaşayıyorum çünkü.

Bir Hasan daha var: o da öğretmenliği bırakıp ticaret-siyaset tercihinde bulunan Hasan Dilekoğlu. Gerçi belki bir yıldan fazla zaman geçti hala bana dönmüş değil. Oysaki siyaset olarak birbirine yaklaşan bir "aynileşme süreci" içindeyiz. Yani ortak paydalarımız çoğaldı. Okutur'u okur da belki döner.

Evet Hasanları saymakla bitiremeyiz...

Gelelim Hasanların kökenine

Arapça ḥsn kökünden gelen ḥusn "güzellik, iyilik" sözcüğünden alıntıdır. Husn, ḥasuna "güzel idi" fiilinin mastarıdır.

Hsn kökünden ḥasan (güzel), ḥuseyn (küçük güzel), aḥsen (çok güzel), taḥsīn (güzelleme), muḥsīn (ihsan edilmiş) kelimeleri türemiştir. Bu isimler dilimizde daha çok erkek adı olarak kullanılır.

İhsân kelimesi de “husn” kökünden türemiş “ahsene” fiilinin mastarıdır. Muhsin kelimesi de bu fiilin ism-i fâilidir. ‘Husn’ ve bu kökten türeyen; hasene, hasen, husnâ, ihsan, ahsen, muhsin gibi kelimeler Kur’an’da sıkça geçmektedir. ‘Husn’; değerli, seçkin ve kendisine rağbet edilen, ilgi gösterilen her şeye denmektedir. Aynı kökten gelen ‘hasene’; kişinin ulaştığı her türlü sevindirici nimettir. İyi ve güzel olan şeylere de ‘hasene’ denilmektedir.

Benim arkadaşlarım, tanıdıklarım, büyüklerim yani Hasanlarım iyidir, isimleri gibi güzel insanlardır. Her ne kadar bir ufak zem etsem de hoca Ali'ler de çok yüksektir benim gözümde. Yani Ali'ler insanî anlamda bülenttir. Bülent derken Yasin'i, Yasin derken Muhsin'i nasıl geçelim. Zire hepsi Adem'den demlenmiş ruh taşıyor.

Selam olsun ismiyle müsemma olan bu güzel insanlara...