Şiddet dilini öncelleyip, her fırsatta toplumu terörize etmek… Aklı yok saymakla, sevgisizlikle eşdeğerdir, us dışıdır.

Kaldı ki; Herkesin duygularını bir tarafa bırakıp, nefretine sarıldığı anda insanlıktan söz edilemez. Böyle bir durumda hiç kimsenin de kendini güvenlikte hissetmesi beklenemez.

Toplumsal akıl, unutkanlıkla sakat (Hafıza-ı beşer, nisyanla malul ) olmasaydı eğer, sanır mısınız ki tarih tekerrür edebilirdi?

Tamda bu bağlamda sizinle tarihsel bir anekdot paylaşmak istiyorum; Asur’un yıkılışının ardından, Babil’in en görkemli ve tarihe iz bırakan dönemini temsil eden İkinci Babil İmparatorluğu kurulmuştu.

Hükümdar Nabonidus, Yönetimden, Fikir, Sanat etkinliklerine bir dizi reform gerçekleştirip, ülkesinin ufkunu genişletmiş, halkıyla bütünleşmiş bilge bir hükümdardı… ama bu reformlar nedeniyle de nüfuslu rahipleri kızdırabilmiştir!

Bu durumu kabullenmeyen rahipler Hükümdarlarını gözden çıkartarak Med Kralı Kyrus’la anlaşıp, “Truva’ya nazire yaparcasına” kentin kapılarını ardına kadar düşman ordularına açıp, tarihin en kanlı bir katliamını gerçekleştirirler…

Tüm bu ihanetler tezgahlanırken, olup bitenlerden habersiz sık sık düzenlediği gece alemlerinden birinde olan Veliaht Prens Baltazar; Eğlencenin tam ortasında aniden bir elin, duvara ateşten harflerle şu gizemli sözleri yazmasıyla irkilir;

“Mene, Tekel, Feres” Sayıldı-Tartıldı- Bölündü… Dehşete kapılan Baltazar, yanındakilere bunun yorumlanmasını buyurur… Yorumlanır, “ Tanrı senin saltanat günlerini sayıp, sona erdirdi;  Terazide tartıldın, hafif geldin. Ülken bölünerek Med’lere verilecek” Kehanet gerçekleşir o gece Baltazar öldürülür. İkinci Babil İmparatorluğu yıkılıp parçalanır.

Kimilerine göre bu tarihsel vaka Tarihin tekerrürüdür…acaba gerçekten öyle midir?

Bir şeylerin kaçınılmaz sona gelip dayandığı görüldüğünde, hep tekrarlanır bu sözler.

Mene, Tekel, Feres… gayrı gitti gider demek! Ölümcül hastanın İmamla papazı birbirine karıştırması gibi, iflah olmayacak bir durum.

Topluma reva görülen ve sanki Vaka-ı Adiye den mişcesine!.. Gencecik fidanlarımız, analarının bakmaya kıyamadığı kınalı kuzuları, yol geçen hanına dönmüş sınırlarımızda şehit düşerken, geriye kalanlarda yemek tekellerinin bitmez tükenmez kar hırsları uğruna rant’a kurban ediliyor.

Yeri geldiğinde hamasetle “peygamber ocağı” olduğu hatırlatılan ocağın karavana kazanına kota uygulayıp özelleştirilmesinin vahim sonuçlarından biri, Manisa 1.nci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı bünyesinde tüm vahameti ile gözler önüne serildi…Cumartesi günü akşam yemeğinin ardından yüzlerce Mehmetçik zehirlenerek hastaneye kaldırıldığı (bir kısmı da birlikte kurulan sahra çadırında) ,daha önce de bir askerin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Manisa’da askerler dördüncü kez zehirlendiler.

TSK’de askerlerin yemeklerini hazırlama hizmetinin özel sektöre devri son 14 yılı kapsıyor. 2003 yılında değiştirilen ihale yasası ile aşamalı olarak özel sektöre devredilen yemek ve kantin hizmetleri, özellikle son bir yıldır tüm birlikleri kapsayan bir değişime uğramıştı. Türkiye Emekli Subaylar Derneği(TESUD) Başkanı Em.Korgeneral Erdoğan Karakuş Türk Silahlı Kuvvetlerinde karavananın önemine vurgu yaparak;

“Yemek işi orduda çok hassas bir konu.on yıl önce sistem böyle değildi ve sorunsuz işliyordu. Erlerin yemeği muhakkak hangi birlikteyse o birliğin mutfağında pişer ve o birliğin komutanının denetimi altında tutulurdu. Komutan bütün mutfağa gelen her tür yiyeceği denetler, ekiplerini oluşturur. Mutfağın aşçıları bellidir ve güvenilir kişilerdir… ve muhakkak askere çıkacak yemekten  ilk önce komutan yer, komutana bir şey olmazsa ondan sonra askere verilirdi. Şimdi ise; ihale yasası ile her şey değişti, güvenilir olup olmadığına bakılmaksızın, en ucuz hizmeti veren şirketlere devredildi…Fakat ucuz diye anlaşılan o firmalar, ellerinde kalmış her türlü malı askerin yemeğine katmaya başladı ve kendisini koruyacak bir ortamı olmayan askere yedirildi…”

Bu vahim tablo, sözün geldiği Sonnokta’yı işaret etmektedir… Sustum!