İnsanî değerlere saygı göstermek için illaki bir felaket mi yaşamalıydık? Aşırı kazanma hırsını dizginlemenin sair yolları daha önce bulunamaz mıydı? Üç güzide insanımızı elim bir trafik kazasında kaybetmenin yarattığı travmayı acaba hiç yaşamadan beşere ait etik davranışlara ta başından uyamaz mıydık?

Sorular, sorular...

İnsanın içini kemiren, o gencecik diş hekimliği öğrencisini ve diğer değerlerimiz kaybetmenin acısı kolay kolay unutulacak gibi değil. Hele ailelerin yüreğini yakan o kor ateşi kim, nasıl söndürebilir!

Malesef acı tecrübelerle ancak doğru yolu bulmak gibi terk edemediğimiz bir mazimiz var. Oysaki bundan beş yıl önce kapasitenin üstünde yolcu taşımanın sakıncalarını dile getiren bir yazı yazmıştım. Yine teesüf ki bu yazımdan dolayı patronumuza kadar aranmış, bizden adeta hesap sorulmaya çalışılmıştı.

Neyse dedik ya; biz elem verici tecrübeleri yaşamadan akıllanmıyoruz.

Artık Akçaabat minibüsleri ayakta yolcu taşımama kararı aldı. Çok isabetli bir karar. Kararda imzası olan başta durak başkanı olmak üzere herkesi kutlarım. Türk insanının Batılı insanların yıllardır uyguladığı hassasiyete kavuşması memnuniyet vericidir. Keşke hepimizi ruh kökünden yaralayan bir kaza değil de insanî sorumluluklar bu noktaya taşısaydı. Olsun yine de atılan müspet her adımı desteklemek bizlerin görevidir.

Maç günleri dahil bu kurala ödünsüz uyulması her şoför esnafının artık vazgeçilmez vecibesidir. Eski tutumlarını terk etmeyen haris kişileri denetlemek hem ilgili durağın hem de polisin uhtesindedir. Nice dikenli yollardan gelinerek ulaşılan bu nokta rücûsu olmayan bir yol olsun.

Bir bayram üstü Rize'ye giderken bindiğim minibüs son yolcusunu Yomra'dan alarak tam yirmi iki kişi ile güzegâhında giderken birden içimde vatandaşlık görevini yapma isteği doğdu. Minübüsün arka koltuğunda otururken polisi aradım, fazla yolcu ile seyahat ettiğimizi ifade ettim. Polis Of civarında bizi durdurdu. Şoföre ceza yazdı. Ayaktaki yolcular için şoförden araç istemesini istedi. İşlem bir saati aşkın bir zaman aldı. Herkes benim şikâyetimden şikâyetçi olmaya başladı. Şoför de bana "ne geçti eline" diye diş biledi. Bir komiser babası olmam dolayısıyla fazla ileri gidemedi. Neyse fazlalık yolcular arkadan gelen arabaya bindirildi. Beni de diğer araca aldılar. Rize'de indim. Artvin aracına binip devam ettim. Lâkin devletin bu konudaki uygulamasında bir nakısa olduğunu da gördüm. Oysaki devlet çok acil kendisi bir minibüs bulup oflanmalara puflanmalara sebebiyet vermeden onunla seri bir şekilde meseleye çözüm üretmeliydi. Vatandaşlık görevini yapanlara da korumacı davranmak durumunda olmalıydı. Çünkü herkesin oğlu komiser olmayabilir. Ayrıca herkes benim gibi gazeteci de olmayabilir.

Bu yazıdan alınması gerekenleri hem ilgililer hem de okurlar alırlarsa memleket için bir hayır peyda olur. Şahsî çıkarlar bizi asla insanlığımızdan koparmasın temennisiyle noktayı koyalım.