Bu başlığın anlamını, tarih boyunca bir şekilde adından bahsettirmeyi başaran Türk milletinin gerçek tanımı olarak kabul etsek, çok da yanılmış olmayız. Yerleşik kültürün kalıplarına kendini bir türlü sığdıramayan, fiziki mekânların varlığını kendi hürriyet aşkı için kabul edilmez bulan Türkler bunun için asırlarca kıtadan, kıtalara koşup, sel olup taşmışlardı. Yerleşik hayatın durağanlığına alışık olmadıkları için, ya devamlı savaşacaklar veya tarlalarda, bağ ve bahçelerde çalışacaklardı. Devlet bürokrasinde de çalışmayı bu hareketli yaşantıları için çok da gerekli görmezlerdi. Bu durum ne yazık ki; kurdukları onlarca devleti yönetme becerisini gösteremediklerinden veya istemediklerinden; başka milletlerin mensuplarından seçilen yöneticilerinin, bizi adeta kendi devletimiz içinde köle gibi görmelerine sebep olmuştur. Nihayetinde de devletlerimizin yıkılıp gitmesi mukadder olmuştur. Hatta öyle ki; bizden olmayan bu yönetici tabakası, bizim milletimizin bu eksikliğinden çok iyi yararlanarak bizi “Savaşta asker, barışta Rençber” olarak kullanmışlardır. 

Savaş zamanları eline verilen kılıçlarla arkaları kahramanlık hikâyeleri ile sıvazlanan insanlarımızın yüz binlercesi savaş alanlarında yok edilirken, devleti yöneten; “dönme-devşirme” dediğimiz bürokrasi tabakası, milletin “kaymağını ve kuymağını” afiyetle yemenin sarhoşluğu içindeydiler. Bizim insanımız yetişme şartlarından kaynaklanan; zahmet çekmeyi, emek vermeyi hayat tarzı olarak benimsemiştir. Ben bunu bizzat rahmetli annemin yaşayışından anlamıştım. Annem işi kalmadığı zaman kendine iş bulmayı mutlak gerekli görür, bunu yapamazsa bir şekilde kendisini hasta yaparak sıkıntı çekmeyi hayat tarzı olarak yansıtırdı. Sizlerin de kendi aile ortamlarınızda, büyüklerinizin davranışlarında bunu gözlemlediğinize inanıyorum. Bu tam da anlatmak istediğimiz Rençberlikti işte! Zahmet çekmek, emek harcamak. Demek ki bu bizim milletimizin genlerinde olan ancak çağdaş ve bilimsel bir geçerliliği olmayan geleneksel yanlış bir tutum vardır. Bunu hayatın her safhasında gözlemlememiz mümkündür.

Bizlerin, güncellenmesi gereken bu yanlış alışkanlık ve gelenekleri çağın gerekliliklerine ve ilmin ıspatlanmış hükümlerine göre yeniden uyarlamamız gerekir. Sadece bunlar değil, daha da önemlisi inanç dünyamızın şekillenmesinde de bu geleneksel yapının baskın etkileri altındayız. Kendi kutsal kitabının mealini dahi bir kez olsun okumayan, Yüce Allah’ın bize nasıl bir sorumluluk verdiğini anlamadan, ölmeyi ve öldürmeyi dini gereklilik zanneden insanımızın kardeşlik yerine, düşmanlık içerisinde olmalarının asıl sebebi de bu yanlış geleneksel tutumlardır. Karşısına din adamı kılığında çıkan her kişiye inanma saflığı ve dini sadece başkalarının anlattığı kadar düşünen insanlarımızın bu gün bizatihi Yüce Kur’an’ın vaat ettiği hayattan ne kadar uzakta oldukları ortadadır.

O zaman yapmamız gereken en önemli şey; savaşta asker, barışta Rençber olmayı hayatımızın olmazsa olmazı olarak görmeden, İslam’ın emrettiği ilmi, fenni, teknolojiyi bulup geliştirerek temsil etmek ve bir an önce bu karanlık dehlizlerden aydınlık dünyaya çıkmaktır. Bu bağnazlıktan kurtulmak için daha fazla gecikmeye ne haddimiz ve ne de zamanımızın kalmadığını hepimiz görmeliyiz. Devlet-millet el ele bunu başaracak gücümüz de, ilmimiz de vardır. Yeter ki, gerçekleri görelim ve artık bunun için gayret gösterelim.