Geçen gün bu köşede ülkemizdeki mevsimsel ölümlerden söz etmiş, yaz aylarında denizde/gölde/gölette/nehirde boğulma oylarına dikkat çekmiştim. Önceki gün gazetelerin birinde okudum, bu ölümlerin bir başka boyutu varmış. Onu da şimdi öğrendim:

Türkiye'de her yıl ortalama 500 kişi sığ suya balıklama atladığı için  boynu  kırılıyor/muş. Bunlardan yarısı yaşamını yitiriyor, diğer yarısı da felçli olarak kalıyor/muş...

Bu olayda akıl denen en büyük nimeti kullanmamanın payı olduğunu unutmayalım...

Siyaset de böyle bir alan...

Seçmeninin yumuşak tarafını/karnını bulan siyasetçi, tıpkı bir boksör gibi bu noktaya atacağı yumrukların  karşılığını oy olarak alacağını çok iyi biliyor.

Bildiği için de; döner-dolaşır aynı noktaya çalışıyor, yumruk çıkartıyor, puan topluyor, oy alıyor.

Bu bir akıl işi midir dersiniz?

Bana kalırsa değil de, burada önemli olan "siyaset aklı"nın geçerliliği.

Elbette ki, siyasetçi akıl/mantık ölçüleri içinde siyasetini yapacak, seçmenin sempatisini kazanıp oy toplayacak... Ama, bu noktada siyasetçinin de kendisine sınır çizen kural ve kaidelere saygı duyması gerektiğini anımsaması/unutmaması gerekir.

Böyle davranmayıp siyasetin cılkını çıkaran nice siyasetçi gördü insanımız...

Nicelerine siyaset sahnesinde daha fazla rol  yapmasına izin vermeyip, siyaset mezarlığına defnetti/gönderdi.

İşte tam da bu noktada siyasetçinin; iyi niyetinden ödün vermeden, ülke gerçeklerini bilerek davranması gerektiğini bilmesi gerekiyor.

Bu;  "dürüst siyaset"e giden yolun başlangıcıdır her siyasetçiye... Böyle bir anlayışla yola çıkan siyasetçi; ülke gerçeklerini unutmadan davranış ve eylemlerine dikkat etmesi;  seçmen yurttaşın gönlüne giden yolda ilk adımı attığının ilk işareti olur.

Demokrasi tarihimizde böyle kalıcı iz bırakmış, ulusça siyaset anı defterine adları silinmeyecek denli kalıcı şekilde yazılı kaç siyasetçimiz var?

Yerel anlamda elbette kişisel çıkarlar önemsediğinde herkes kendine göre böyle siyasetçi adalarını  söyleyebilir.

Bizim aradığımız, ulusun hafızalarına kazınmış siyasetçi adları tabii ki...

Yakın siyaset tarihinde yıldızı parlayan trafik kazasına kurban giden Rahmetli Adnan  Kahveci'yi bu konuda örnek gösterebiliriz.

Başka?..

Ya da Valilik döneminde her eylemiyle Türkiye'de örnek gösterilen Rahmetli Recep Yazıcıoğlu... Keşke yaşasaydı. Siyasete bulaşır mı idi, bilemem ama bu alana girseydi, Türk siyasetinde reform yaratacağını söylemek yanlış  olmaz herhalde.

Buradan şu sonucu çıkarmamız gerekir: siyasetçi koltuk kazanmak uğruna toplumun zaaflarını kullanmak hastalığından kendini kurtarması gerekir. Örneğin, 1950 yılından bu yana din figürlerini diline dolaşmayı ve bu yoldan siyaset yapıp koltuk kapmayı hüner sayan siyasetçi tipinin varlığı,   demokrasi tarihimize şimdiye değin hiç yakışmadı/yakışmıyor.

Ne yaparsınız ki gerçek bu...

Maalesef bu tip siyasetçiler balıklama daldıkları siyaset dünyasında sığ/tehlikeli konulara balıklama atlıyorlar, ama yine de başarılı(!) oluyorlar.

Gerçek demokrasi için seçmen yurttaşları eğitmekten başka çıkar yol yok görünüyor bu durumda...