Son dönemin siyasal dili, “değişim”, “yeni-yenilik”, “uyum”-neye uyum ise artık- sözcükleri ile daha sık karşımıza çıkar oldu. İdeolojik -düşünsel- altyapı, siyasal/kültürel birikim yerine “yeni sayfalar” la düşünsel reddiye yarışı, geçmişini yok sayma hadsizliğiyle ukalalık karışımı bir çıkarcılık hep önde… Yaygın bir popülizm/halk dalkavukluğu ve ikiyüzlülük… “Güç” gösterisine koşut -paralel- bir söylem, üstenci bir tavır, bir bilmişlik sarhoşluğu…

      Öncelikle “güç” sözcüğünün fiziksel anlamının dışında beyinsel üretim ve bunun sağladığı kişisel/toplumsal yarara ilişkin anlamı bilinmeli diye düşünürüm hep. “Güç” kavramı, toplumsal ilişkilerin ve yapının değişim-dönüşümüyle anlam kaymasına yol açarken, algı oluşturma süreçlerindeki egemenlerce de ekonomik ve maddi değerlerle statüsel sayılabilecek bir anlama dönüştürüldü. Örneğin bir akademisyenin gücü, bir sanatçının gücü, bir bilim insanının gücü üretkenliği ve yaratıcılığı iken -olması gereken- egemen siyasi yapılarla yakınlığı “gücünü” de belirler oldu.

     En küçük birimden en yüksek yönetim yetkisine -gücüne- dek tamamına yayılan ve gelenekselleşen bir “yeni hiyerarşi” biçimi/kültürü devlet kademelerini sardı. Yerel yönetimlerin gücü, ilgili birimdeki -il, ilçe, mahalle, köy- halkın ve kamu hizmeti veren devlet birimlerinin ortak/birlikte gücü olması gerekirken iktidardaki parti ya da partilerin yereldeki temsilcileri daha yetkili, dolayısıyla daha “güçlü” olabilmekte. Bu “güç” ten hareketle biçimlenen “hizmet”, “adalet”, “hak ve hukuksal” vb. konular nesnel olamayacağı için toplumsal ayrışma hızlanacak, huzursuzluklar körüklenmiş olacaktır.

      Kültürel ve sanatsal alana da yansıyan -sirayet eden- örnekleriyle karşılaştığımız bu durum yeni bir “güç” anlayışını, bir “değeri” topluma dayatır oldu. Özgür sanat alanının -ki yaşamın kendisidir- daraltılması, birçok sanatçıyı ve sanat üretimini neredeyse seçeneksiz bırakmıştır. Özünde yaygın/baskın anlayışın ve devletin belirleyiciliği sonucu oluşan bu “karartma”, toplumsal aydınlanma yerine toplumsal teslimiyete yol açmıştır. Bu akımın/rüzgârın etkisi ile savrulan değişik sosyal dinamikler, kimi siyasi parti ve yapılar “değişim”, “dönüşüm” gerekçesiyle -mazeret- “yenilik” furyasına sığınma, giderek kendini ve geçmişini yadsıma noktasına sürüklendiler. Çok önemli liman olarak görülen bu “yeni”, “yenilik” ve “dönüşüm” “uyum” gerekçeleri kimi “sol” yapı ve partilerde ileri dönük büyük bir adım olarak olumlanmakta/algılanmakta ve halen öyle değerlendirilmekte.

     Her siyasi oluşum/parti, halkı-ulusu-toplumu öncelediğini söyler. Süsledikleri izlemle, vitrine koydukları görüntülerle beğenilmeye çıkarlar. Aslında esas olarak çok dillendirilmese de partiler toplumsal/sınıfsal temelleri ve dayanaklarıyla ortaya çıkarlar. Bireyci ve Toplumcu diye partiler iki farklı anlayışla örgütlenir ve yönetime aday olurlar. Bu zor ve uzun erimli süreçte ve dönemsel koşullar da dikkate alındığında evrilmeler yaşanabilir. Evrilmenin boyutu ekseni/omurgayı zedeliyor ya da kırıyorsa artık başka bir kimlik/başka bir siyasi yapı ortaya çıkar. Ülkemizde ve dünyada örneği çoktur.

      Ayrıca Bilimsel -Sosyolojik- anlamı olmayan, egemen anlayışın pompaladığı ve desteklediği ve de oluşturduğu kavram karmaşası kültürel ve siyasal saldırı olarak önemsenmeli. Bu nedenle “Toplumcu” -Cumhuriyetçi-Sol-Sosyalist yapılanmalar/partiler çok daha duyarlı olmak zorundalar aldatıcı terim ve kavramlara karşı.  Toplumda yayılan “güç” dalgası, eğitimi, akademiyi, niteliği, bilimi öncelemeyip yukarıda verdiğim örneklerde -ki bolca örnek ayrıca verilebilir- görüldüğü gibi kendi öznel ve özel “güç” hiyerarşisini/değerini kuruyor, kuracakta. Oluşturulmak istenen hiyerarşiye girmeye çalışmak kendini yadsımak, kendi düşünsel düzleminden ayrılarak ütopyasını (Toplumcu-Cumhuriyetçi-Sol-Sosyalist) giderek terk etmesine yol açacaktır. Bu tehlikenin yanında, ilgili sözcük ve kavramlar, geçmişi reddetmenin de ötesinde çok daha tehlikeli bir anlamı çağrıştırmakta. Bu nesnel çağrışım bir itirafın, bir siyasi iflasın ta kendisi sayılmalı! Özellikle de ciddi sorgulanması, çözülmesi gereken temel bir sorunsal…

      Ne yani! “Ilımlı” olmak adına, “Ben ve biz geçmişimizle ve konumumuzla hep yanlıştık, verdiğimiz savaşım çok anlamsızmış diyelim” öylemi! Hadi oradan sende, “yenici-yenilikçi” / dönüşen şüreka, bukalemun sürüsü! Böylesi bir haksızlığı, ihanete varabilecek aymazlığı savunmak kendini ve bilimsel siyasal yolculuğunu, kimliğini-kişiliğini yok saymak değil mi?

     “Yeni Türkiye” söylemiyle karşımıza çıkan Cumhuriyet yıkıcılığını, Atatürk düşmanlığını, Devrim karşıtlığını sürdürülebilir anlamlı bir tartışma olarak görmediğimi de vurgulamak isterim. Bu tartışma düzlemi ve ortamı -sağlığı- ancak yeni ödünlerle olasıdır. Cumhuriyetçilerin verebileceği bir ödün kalmamıştır artık! -Demokrasi” söylemiyle, “hak” ve “özgürlük” kavramlarına sığınarak gelinen durum öğretici ve yeterli görülmeli kanısındayım. Sözümün muhatapları ve siyasi adresleri için bu son tümceleri yazmam gerekirdi.-

                                                                                                 27 Şubat 2024

                                                                                      Ankara

                                                                           -Yarınlar Güzel Olacak-