Yerel seçim gündemine, özellikle kazanmaya odaklanan siyasiler, birçok önemli konuyu, birçok temel sorunsalı seçim malzemesi olarak görmekte, kullanıp tüketmekte. Ekonomiden eğitim ve sağlığa, sosyal ve kültürel yaşamdan spora, “ulufe” dağıtan bir mantıkla bütün alanlara dokunan vaatlerle -söz verme- yarışır durumdalar. 

      Halkın kamplara bölünmesi pahasına fanatik parti ve yandaş tutkunluğu, Toplum Bilimi, Sosyal Psikolojiyi, Davranış Bilimlerini ve bütünüyle “aklı” öngören/öngörmesi gereken tutumları gölgelemekte, anlamsız kılmakta. Kazanmak, bir oy daha fazla almak amacının Türkiye’ye, toplumsal yapımıza verdiği/vereceği zararın yanında daha ciddi ve kalıcı, geleceğe dönük yanlış düzlemi -zemin-, bir geleneği hazırlamakta; ülkemiz adına kalıcı “beka” sorunu oluşturulmakta. Kardeşi-ana-babayı-dostu-arkadaşı birbirine küstüren! Komşuyu, ahaliyi, köylüyü, kentliyi, farklı etnik, farklı dinsel, farklı mezhepsel ve farklı kültürleri ayrıştıran, birbirine düşman eden büyük bir toplumsal/ulusal tehlike!

      Oysa önemli konular, sorunlar konuşulur/tartışılırken sonuçta akılcı/bilimsel çözümler ortaya çıkar/konur. Olanaklar ve koşullar içerisinde bundan yararlanmak en tutarlı tutum görülür/görülürdü. Ancak sorunların çözüm amacından uzak kalıp kendi çıkarları için çırpınanlar, gündemi farklı alana sürükleyerek yine “malı götürme” yarışındalar Halk arasında bu çabaya/sonuca, “gürültüye gelmek” ya da “gürültüye boğulmak” denir. Aldatmanın, kandırmanın bir aracı, yaygın yöntemidir bu. Yaygın siyaset anlayışı “haklı” olmak, “haklı” görünmek, “doğru” kabul edilmek, “iyi” sanılmak/bilinmek üzerine kurulduğu sürece aldatmacanın her türlüsü, yalanın bin bir çeşidi, duygu ve inanç sömürüsünün en iğrenci özellikle seçim dönemlerinde zirve yapar. 

      Kimileri çıkıp “Atatürk’ün Laiklik diye bir derdinin olmadığını” saçmalama “hakkını” kullanır. Atatürk döneminde “Sağcılık” “Solculuk” var mıydı demeye kalkar. Bu nedenle Atatürk’ün “solcu” falan olmadığını yumurtlar. Cumhuriyet ve Devrim savunucularıyla karşıtlarını -her tür gericileri-, Aydınlanma öncüleriyle Orta Çağ artıklarının siyasi kümelenişlerini ve bugünkü konumlanışı hangi siyasi ad ’la, hangi anlatımla adlandırmalı o zaman?  Bu zırvalama dahilinde/düzleminde “Atatürk” ve “Atatürkçülük” anlayışı oluşturulmaya uzun yıllardır çalışılıyordu. 12 Eylül Darbecilerinin dahi cüret edemediği, “Gardırop Atatürkçülüğü” nü de aşan bir aydınlanma düşmanlığı, tam bir “densizlik”, Cumhuriyet ve Devrim karşıtlığı! 

      Bir diğer merkezden birileri çıkıp ayrılıkçı, etnik bölücü terör örgütü PKK’nin “yasal” partisi kimliğiyle ülkenin bağımsızlık çınarlarına söz atmakta, karalamaya çalışmakta; Atatürk’e dil uzatmakta. Yine aynı “güruh” Deniz Gezmişleri, Mahir Çayanları Şeyh Saitlerle, Seyit Rızalarla bir tutma sahtekarlığına işi vardırmakta! Bağımsızlık sembolü olmuş, 1968 Samsun-Ankara Yürüyüşüne önderlik etmiş ve bunun bedelini kanlarıyla/canlarıyla ödemiş kahramanları, ABD/NATO/Emperyalizm karşıtlarını, yurtseverleri ve devrimcileri, işbirlikçiliğin ve gericiliğin, Cumhuriyet ve Devrim düşmanlığının sembolü olmuş yobazlarla bir tutan, benzerlik kurmaya çalışan “hödükçe” bir anlayış; ahmaklık değilse tam ve açık bir düşmanlık! 

      Bugün “Sol” boşluğa yerleşebilme, sistem çıkmazının da dayattığı aldatmaca ile kitleleri, halkımızı ve maalesef bir kısım “entelektüel” ve “solcularımızı”, kimi yurtseverlerimizi hala yanıltabilmekte dahası kandırabilmekteler. Oysa daha çok sıcaktır. Geçen haftaki Nevruz etkinliklerinde İstanbul-Yenikapı’da ve Diyarbakır’da Deniz Gezmiş ve Atatürk flamalarını/posterlerini yırtan bunlardı! Kemalizm’e saldırarak Atatürk’ün p.çleri söylemiyle hem duruşlarını, Sol’a ne denli yakın/uzak olduklarını göstermişler, hem de bölücülükte, Cumhuriyet Devrimi karşıtlığında sınır tanımayan, öfke kusan, kin güden düşmanlıklarını densizce göstermişlerdir!     

       Kuşkusuz bilim insanları, kimi akademisyenler/siyaset bilimciler ve tutarlı siyasi önderler/önderlikler bu durumu mahkûm eden, çözüm sunan çabalarıyla hala varlar -iyi ki varlar-. Yine de böylesi dönemlerde bir “hengâme” içerisinde sesleri yetersiz kalmakta; alanı, ip cambazları doldurmakta. Etik değerleri, sosyal dokumuzu, ulus bilincimizi yok sayan, bin bir gürültü ve sistem oyunuyla at oynatmakta ve seçmeni yanıltmayı/kandırmayı çoğu zaman başarmakta.

       Çok ilginçtir birbirine karşıt olduklarını savlayan her iki odak da aynı yerlere bel bağlayarak, aynı değerlere saldırmakta! Her ikisi de Cumhuriyet, Atatürk ve Devrim karşıtlığında aynı adreslerle/merkezlerle -ABD, NATO, Şeyh Sait, Seyit Rıza ve diğer Tarikat/Cemaat yapılanmalarla, feodal oluşumlarla- iş birliği ve yazgı birliği yapmaktalar!

       Kanıksanan/kanıksatılan bir sanallığı, bir yanılgıyı aşmak zorunda olduğumuzu belirtmeliyiz bu aşamada. “Seçme hakkı”, “demokrasi”, “hak ve özgürlükler”, “halkın tercihi”, “sandık iradesi”, “anlatım/tanıtım özgürlüğü” gibi güzel gerekçelerle döşenen “Cehennem Yolu”, hiçbir zaman bir seçenek olamaz; hep güllerle/gülücüklerle donatılıp, “güzel” yüz ve “güzel” davranışlarla/sözlerle ve kimi zaman göz yaşlarıyla duygu sömürüsü saklansa bile! 

     Bilgi Notu: Bu yazım 22 Mart Günü Nevruz kutlamaları sıcaklığında yazılmıştır.