“Tarih aynaya benzer, öne bakarız, arkayı görürüz”  Bilginler böyle diyor, tarih için.

Öne bakmak ve arkayı görmek, gördüklerinden ders almak, öndeki hedefi ona göre belirlemek… Biz millet olarak tarihten de ders almasını bilmiyoruz. Yakın tarihimizi hiç bilmiyoruz. Geçen sene Maçka’ya Yunanistan’dan Kalandar-rumi yılbaşı –için bir grup genç gelmişti. Baylı bayanlı bir grup. Maçka’da, Meryem Ana’da bazı sosyal etkinliklerde bulunmuşlardı.

    İçlerinden bir tanesiyle televizyon programında sohbet etmiştim. Söyleşi sırasında “Yerel tarihten bütünlemem var” demişti. Sonradan öğendim: Yunanistan’da yerel tarih, yerel coğrafya, yerel edebiyat dersleri varmış. Merak edip sordum: Türk-Yunan savaşları nasıl anlatılıyor, dedim. Biraz kızardı, sıkıldı. Belli ki; rahatsız olmuş. “Sizdeki gibi değil” dedi. Ben de üstelemedim.

     Milletler önce gençlerine yakın tarihleri öğretmeli. Ondan alınacak dersleri ön plana çıkarmalı. Ben yakın tarihimi bilmeden, Sümerleri, Etileri öğrensem ne olur. Ne kazanırım. Yakın değil, çok yakın tarihimizin joker olaylarının can alıcı noktalarını maalesef yabancılardan öğreniyoruz. Lond Kinros’tan Atatürk’ün bilinmeyen taraflarını öğreniyoruz. Claut Farere’den Cumhuriyet döneminin ilginç bilgilerini okuyoruz. Bir bakıyoruz adamlar bizi tamamen tarafsız bir gözle anlatabilmişler. Ben kendi tarihimi, kendi yazarımdan niye öğrenemiyeyim?

      Çünkü biz, tarafsız olmayı beceremiyoruz. Yandaş, candaş olmak zorundayız ya…Ekonomik veya siyasi nedenlerle bir tarafa yakın olma gereğini duyuyoruz. Bu bakımdan Claut Farere’nin Atatürk’le ilgili anıları yakın tarihimize, özellikle Cumhuriyet yıllarına ışık tutuyor. Bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bana hak vereceğinizi umarım.

       Yıl 1926. Dünyanın gözü Mustafa Kemal’in üzerinde. Dünyanın en güzel gözlü bayan gazetecisi Claut Farere Mustafa Kemal’le röportaj yapmak istiyor. İlk müracaatta röportaj izni çıkıyor kendisine… Söz arasında Paşa’ya soruyor: “Paşam öğrendiğime göre sabah saat 05’e kadar uyumuyor muşunuz. Doğru mu?” Paşa, doğru diyor. Peki gece sabaha kadar niçin yatmıyorsunuz. Cevap çok ilgin: Milletimin bana ihtiyacı olur. Valilerle, yöneticilerle, telgraf başında haberleşiyorum gece boyunca. Peki saat beşte niçin yatıyorsunuz? Paşa’nın cevabı daha da ilginçtir. “Saat beşte bizim İsmet uyanıyor…”

       Claut Farere’nin dip notu da tarihe ışık tutacak cinsten. Bu söz, benden sonra İsmet Paşa’yı seçiniz anlamına geliyor.

       Biz millet olarak bu realist bilgileri hep yabancılardan mı öğrenmeliyiz. Hani bizim milli tarihçilerimiz? Yoksa; yandaş medya, candaş medya derken, yandaş tarihçilerin de yetişmesine mi çalışıyoruz. Acaba; öne bakarak arkayı gösteren aynalar mı kırıldı. Esas tehlike burada?..