ALPARSLAN TÜRKEŞ YAŞASAYDI!

Alparslan Türkeş, hepimizin bildiği gibi, Türk milletinin yakın siyasi tarihinde milliyetçi ve devletçi çizgisiyle bilinen önemli bir devlet ve siyaset adamıdır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucusu olarak, Türk milliyetçiliği, üniter devlet yapısı ve terörle mücadelede tavizsiz bir tutum sergilemiştir. Bu bağlamda, yaşasaydı İmralı süreci ve sonrasında boyalı basın tarafından yapılan güzellemelere dair büyük ihtimalle sert ve yiğit bir tutum sergilerdi. Onu tanıyanların bu konuda abartma yapmadığımı bildiklerine inanıyorum.
Neden?
Çünkü Türkeş, PKK’yı ve onun bütün uzantılarını daima “ayrılıkçı terör örgütü” olarak nitelendirmiştir. PKK ile yürütülecek müzakerede onun liderinin meşrulaştırılması yönündeki herhangi bir söylem onun fikir dünyasına aykırıdır.
Türkeş için devletin otoritesi kutsaldır ve bu otoriteye başkaldıran unsurlarla ve özellikle silahlı mücadele yürüten gruplarla pazarlık edilmesini “zafiyet” ve “teslimiyet” olarak görürdü.
Türkeş’in “dokuz ışık” doktrininde Türk Milletinin birliği ve bütünlüğü temel ilkelerden biridir. İmralı ile anılan bir figüranın siyaseten ya da medyada olumlanması, bu bütünlüğe doğrudan tehdit olarak algılanırdı.
Türkeş, 1980 öncesi dönemde bütün terör örgütlerine karşı katı bir duruş sergilemişti. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki ayrılıkçı hareketlere karşı her zaman devletinin yanında güvenlikçi politikaları savundu.
Sakıp Sabancı’nın doğu ile ilgili söylediği sıradan bir söz üzerine; “çizmeyi aşma Sakıp ağa” diyerek bölge ile ilgili hassasiyetini ortaya koyan Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş; bugün İmralı süreci ve figüranları için güzellemeler yapıp, nezaket yarışması yapanları zinhar hoş karşılamaz ve bu yaklaşımları ile büyük Türk milletine karşı “şark kurnazlığı” ile hareket edenleri de asla affetmezdi.

Alparslan Türkeş yaşasaydı, İmralı sürecini vatana ve millete karşı bir zafiyet olarak görür, İmralı’ya yönelik olumlu ifadeleri ise şehitlere ve gazilere saygısızlık olarak değerlendirirdi. Bu tür gelişmeleri hem ideolojik hem de stratejik olarak kabul edilemez bulurdu. Muhtemelen partisini de bu çizgide tutmaya devam eder, süreci destekleyen partilere ve liderlere karşı sert muhalefet yürütürdü.
Gerçekleri söylemek gerekirse, kimsenin doğru-dürüst bilmediği bu süreç; bölgenin ve bölge insanının asla temsilcisi olmayan bir şebeke ile değil, Kürt halkının doğrudan kendisi ile yürütülmüş olsaydı ve bu sürecin en büyük mağduru olan “Şehit ailelerinin” psikolojisi göz önünde bulundurulsaydı bir anlamı olurdu,
Bu gün kendisini feshedip başka yapılarda hayat bulduğu kesin olan PKK ve onun her türlü uzantıları; bin yıldır bir arada yaşadığımız, kız alıp, kız verdiğimiz Kürt kardeşlerimizin asla temsilcileri olamazlar. Bunu, doğuda konuştuğum onlarca yiğit Kürt arkadaşım da böyle haykırıyor,
Bu gerçekleri göz ardı etmemeliyiz.