Atatürkçü Düşünce, Bir Vitrin Süsü Değil Eylem Kılavuzudur!

Atatürkçü Düşünce,

Bir Vitrin Süsü Değil

Eylem Kılavuzudur!

Geçen hafta tekrar yayımlanan ‘10 Kasım “Ağıt Günü” ve Atatürk’ başlıklı yazımdan sonra aldığım geri dönüşler üzerine bu yazıyı yazmak zorunlu oldu artık. Yıllarca Atatürk sevgisinin üzünç ve ağıt merkezli anma törenleriyle geçiştirilmesinden yakınmıştım. Yine günümüz iktidarının ve gerici çevrelerin tutarsızlıklarını yinelemenin de bir patinaj olduğunu vurgularken, günümüze ilişkin görev ve sorumlulukların yerine getirilebilmesi için bir izlence düzleminde bir araya gelmenin bir anlamda çağrısını öne çıkarmaya çalışmıştım.

Bu bağlamda Atatürkçü düşüncenin dayanaklarını ve toplumsal gereksinim olarak özetle Altı Ok’ un içselleştirilerek uygulanması için nasıl bir tutum alınması gerektiği, ortak paydanın doğru saptanmasına ilişkin kimi ikilemlerin/tereddütlerin giderilmesinin nasıl aşılacağı ve sonuçta Mustafa Kemal’in devrimci iradesinin yeniden yaşam bulmasının yolunun nasıl açılacağının tartışılıp sonuçlanacağı bir “akıl yolu” nun belirlenmesi zorunluluğu vardır.

Peki bu nasıl başarılacaktır? Öncelikle yürekle bilincin eşgüdümü sağlanmalı. Duygusallığın öncelenerek 10 Kasımların bir duygu seline, matem gününe evrilmesinin önü alınmalı, kuru Atatürk sevgisi ve sulu gözlülüğü terk edip bilincin gereğini yerine getirmenin zorunluluğu kavranmalı. Birçok gerici çevrenin saldırıp anlamını iğdiş etmeye çalıştığı ALTI OK, anlam bütünlüğü ile içselleşmeli! Cumhuriyet ve devrim düşmanlarının açık saldırılarının yanında kimi “Gardırop Atatürkçüleri” ve “keskin solcular” dan gelen haksız değerlendirmeler ve küçümseyen bakış ne yazık ki yaygın. Atatürk İlkeleri, Türk Devriminin ilerleyen dilimlerinde/aşamalarında de önemli yer tutacaktır biline!

(…….)

Mustafa Kemal’in düşünce sistematiğinin oluşmasına etki eden iç ve dış etkenleri şöyle bir toparlayalım. Hemen akla Namık Kemal ve Tevfik Fikret gelir; gelmeli. Özellikle Fikret’in kimi şiirlerinden fazlasıyla etkilendiğini belirtmek gerekir. Tarih-Kadim (Uzun zaman- başlangıcı belli olmayan/ bulunamayan) şiirinde Fikret;

Bu ne alçaklık böyle, bu ne namussuzluk? / Yerin dibine bat cakanla gösterişinle! /

Her başarı bir yıkım, bir mezarlık, / İşte bir yavrucak yatıyor şurda, /

Ey cihangir, onu gör de utan! … der.

Bu şiir 1905’te yazılır, 1912’ de ancak yayımlanır. Osmanlının çürüyen yapısını ve saray düzenini açığa çıkaran bu sözler günümüz için de çok düşündürücü değil mi? Yine “Ferda/Yarın” adlı şiirinde azim ve kararlılığın, çalışmanın duygusal aforizmasını yazar usta;

Doymaz insan denilen kuş, yükselmelere, / Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;

Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.”

Her iki şiirdeki dizeler, Hümanizm -insancıllık/insaniyet- diye bilinen bir düşüncenin toplumsal haykırış sesiydi ve “pozitivist” bir aklı öngörüyordu. İşte bu aşamada dönemin muktedirleri Fikret’e dinsizlik savıyla saldırıyorlardı. İlginçtir dün Tevfik Fikret’e ve büyük vatansever, “Vatan Yahut Silistre” yi yazan Namık Kemal’e saldıranlar bugün de Mustafa Kemal Atatürk’e aynı cepheden saldırmakta! Dün Fikret’i susturmak isteyen anlayış, Namık Kemal’i Magosa zindanına sürgüne gönderip öldüren anlayış, günümüzdeki kimi uygulamalarla çakışıyor sanki!

Mustafa Kemal, birçok kaynağı inceleyip okumakla kalmamış Fransız Devrimi ve Sovyet Bolşevik Devrimi’ni de özümseyerek bu toprakların gereksinimi olan yönetim biçimini çok önceden belleğinde biçimlemişti bile. Örneğin daha 1904 yılında henüz harbiyede öğrenci iken “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazar, not defterine! Bakınız dünyada henüz bir sosyalist devlet yoktur. 4 Ocak 1922’de Lenin’e yazdığı mektupta, “Memleketimizi düşman işgalinden kurtardıktan sonra niyetimiz kamu yararı taşıyan büyük işletmeleri olabildiğince devlet eliyle yönetmek ve böylece bir büyük kapitalist sınıfın önüne geçmektir” der.

Bunlar bir yana Mustafa Kemal, 150 yılı aşan Türk Devrim sürecinin doğru çözümlemesini yaparak daha 1900’lü yılların başında Harbiye disiplini ile pişerek düşünsel gelişimini yükseltmişti. Sadece kurtuluşu başarıp, Meclisi kuran, Cumhuriyeti 1923 ‘te dünyaya duyuran ve bir dizi devrimlerle yetinen biri olmayacaktı. Bu anlamda görevini yaptı/bitirdi diye yapılan değerlendirmeler ona haksızlık olur. Devrim bir süreç işidir ve arasız yeni atılımlarla/devrimlerle sürdürülmelidir. Alt yapısal tamamlayıcılarla birlikte üst yapısal sayılan eğitim-sağlık- kültür-sanat-yazın… gibi alanlarda sürece yayılan bir gelişim, olgunlaşma, evrim ve “insanlaşma” yolculuğudur.

Bu yolculuk, bu irade, Kemalist devrimin kazanımları üzerinden hareket etmelidir!

Bu irade, halkçı, kamucu, devletçidir!

Bu irade, laik, demokratik, cumhuriyetçi bir iradedir! Bu irade ulusalcı düzleme dayanır ve devrimci bir anlayışa sahiptir!

Bu irade, karma, laik, demokratik, parasız ve erişilebilir bir eğitimle bilinçli yurttaş yetiştirmeyi amaçlar!

Bu irade, planlı ve kamucu bir karma ekonomi ile toplumsal refahı yükseltir! Bu irade, kültürel-sanatsal-yazınsal üst yapısal dünyayı da varsıllaştırmayı amaçlar!

Bu nedenle “Benim asıl kalıtım bilimdir” demiştir. Ve Altı oku anayasaya ve partisinin tüzüğüne yazdırması bu nedenle büyük bir yol göstericilik öngörüsüdür! Türk devrim sürecini irdelerken Atatürk sonrası gelişmeleri doğru çözümlemeli ve günümüzün yol haritasını buna göre biçimlemek öncelikli bir görev diye değerlendiriyorum.

-Yarınlar Güzel Olacak-