ATATÜRK’Ü İSTEMEYENLERİN YÖNETİMİ!

Mustafa Kemal, ne Mondros’u kabul etti, ne Sevr’i… Amerika da Lozan’ı.

Batı’yı dinlemedi. Diz çökmedi önlerinde. Lozan’da kazandıkları için İnönü’ye Lord Curzon “kaybettiklerimizi şimdilik cebimize atıyoruz, ihtiyaç duyduğumuzda bir bir çıkarıp önünüze süreceğiz” diyordu. / Aradan yüz iki yıllık bir zaman geçti.

Asla peşini bırakmadıkları “Türkiye’yi zayıflatmak ve çökertmek, Büyük Kürdistan’ı kurmak hayallerinin” peşinden giderek otuzuncu isyanla başlattıkları PKK harekatındaki maşayı Kenya’da yakalanıp Ecevit’e teslim edilmesiyle “son buldu” göründü. Ecevit, yakalanıp kendisine teslim edilen insanlık düşmanı bir katil için-tüm teröristler insanlık düşmanıdır-“bir anlam veremedim” diye yakınmıştı.

Zamanın “öngörülü insanları”, “merak etme, güvenli bir şekilde sana baktırırlar, ihtiyaç duyduklarında da, getirip önüne dikerler” demişlerdi. Öldürmesinler diye de Türk hukukundan “idam cezasını” kaldırdılar. Yirmi beş yıl özel korunaklı adada paşalar gibi yaşatıldı.

Sonra ne oldu? İmralı’dakine en büyük düşmanlığı gösteren-hatta varlık sebebi olan caniye “dostluk elini” uzatarak “gel, biz terörü bitiremedik, sen bitiriver, hem sen hem de biz kahraman olalım” dedi. Aslında bu istek Suriye barışına paralel olarak ABD’DEN geldi. Ve tüm kırmızı çizgiler ortadan kalktı.

Vahdettin Sevr’i kabul etti, Damat Ferit de imzaladı. Batı o zaman-1920-isteyip de gerçekleştiremediklerini bugün başka Vahdettinler, başka Damat Feritler bularak gerçekleştiriyor. / Tarih, olaylardan, yaşananlardan ders almayan aptallar için tekerrürden ibarettir. Oysa düşünen insanlar için akıl ve bilgi hazinesidir. Geçmişini bilmeyen ve ders alamayan uluslar, geleceğe güvenle bakamazlar…

Bilenler bilir ünlü ARAP BAHARI’NI. O günlerde doğanlar bugün on beş yaşındalar, anımsamazlar. En az yirmi beş yaşlarında, bir de ilgisi olmak gerekir anımsamak için… “Arap Baharı”, öyle “totaliter-otoriter yönetimler yıkılacak, yerine demokrasi getirilecek” güzelliğinin ambalajlanmış düşüncesiydi. Kim istemez, kim onamazdı böyle güzel bir isteği…

Liderler üzerinden “dincilik, mezhepçilik, aşiretçilik” yapılıyor, Amerika ve yandaşları “petrollere konmak için” her türlü demokrasi, insan hakları oyununu sahneye koyuyor, direnenleri suçluyor, aşağılıyor, öldürüyor halkı birbirine kırdırıyordu. Oluk oluk kanın akıtıldığı ve yıllarca durmayan IRAK İÇ SAVAŞI Peşmerge Kürtleri, Sünniler ve Şiiler arasında üçe bölündü ama Irak Devleti bütünlüğünü(!) korudu. Milyonlarca insan “mezhepçilikle” birbirlerini boğazladılar, boğazlıyorlar da.

Saddam’ın ülkesi iç savaşa sürüklendikten sonra “demokrasi masalıyla-totaliter ve otoriter yönetimler son bulsun diye-Kaddafi’ye savaş açıldı. Nato müttefikleri havadan ve denizden Libya’yı bomba yağmuruna tuttular. Kıbrıs Harekatında Türkiye’ye her türlü desteği veren Kaddafi’ye-bir İslam ülkesine karşı savaşıldı. Kaddafi öldürüldü, katliamlar sürdü, sürüyor.

Aynı Irak’ta olduğu gibi, Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da yönetimler değişti, ihtilaller, darbeler yapıldı, milyonlarca insan birbirlerine mezhepçilikle düşürülerek boğazlatıldı. Her ülkede Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya çıkarlarıyla örtüşen iktidarlar kuruldu. Petrollere el konuldu. Libya avucunu yalıyor. Batı’ya karşı asla güçlü olmasını istemediler…


Tarihten ders almak, en kanlı ve en karanlık günlerden geçerek aydınlığa çıkmak, bağımsızlığın, özgürlüğün, halk egemenliğinin tadını çıkarmak, kimseye ya da bir başka ülkeye boyun eğmeden yaşamak… Yurttaşlık ve insan haklarından sonuna kadar yararlanmak… İnsan olmak ve insanca yaşamak… Bundan daha güzel ne olabilir ki?

Başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkeleri Türkiye’yi hiçbir zaman Batılı insani ölçütlere göre düşünüp değerlendirmedi, o düzeye erişmesi için destek vermedi, yardım etmedi. Aksine “kötü olsun, zayıflasın, güçlenmesin, bizimle boy ölçüşür, yarışır duruma gelmesin” diye politikalar ve eylem planları düzenlediler. Hele Atatürk’ün akılcı, bilimsel ve uygarlıkçı yönetimi, onlara muhtaç olmadan kalkınması durduruldu; Köy Enstitüleri kapatıldı, Milli Eğitimin başına ABD komisyonu getirildi, planlı kalkınmaya son verildi, Truman Doktrini ve Marşal yardımıyla tamamen ABD’NİN politikalarına girildi.

Bugün gelinen noktada Türkiye “çok kötü bir Amerikan eyaleti” gibi yönetilmektedir. Reva görülen demokrasi “tamamen etnik ve mezhepsel ayrımın” sözüm ona “birleştiriciliği” içerisinde çatıştırıcı, iç savaşa neden olacak eylemlere gebe görülmektedir. Tarihin kanlı mezhep çatışmalarını, din savaşlarını “akılcı, laik politikalarla” aşan insanlığın yanında Türkiye yüzyıllar öncesine götürülüyor. Suriye devriminin-teröriste teslim edilişinin kanlı bilançosu henüz çıkmış değil ama iç-dış savaş sürüyor, katliamların ardı arkası kesilmiyor. Bu zamana kadar Amerika kime hayırlı bir rüya gördü ki, bize görsün? Arap Baharı bütün dehşetiyle gözümüzün önünde tüm canlılığını koruyor.

Türkiye’ye uygun görülen demokrasi ne Amerika, ne İngiltere, ne Fıransa demokrasisidir. Atatürk’ün barışa, kardeşliğe, eşit yurttaşlığa dayanan ve kusurlu gösterilmeye çalışılan Cumhuriyeti’ni beğenmeyenler Irak, Suriye, Mısır… demokrasisine(!) razı olacaklardır.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…