Son dönemde Türkiye’yi kuşatan, ciğerlerimizi yakan ve ekosistemimizi derinden sarsan orman yangınları, sadece iklim krizi veya ihmalin ötesinde, çok daha derin ve karanlık bir planın parçası olarak belirmektedir. Bu yangınlar, tesadüfler zinciri olmaktan öte, uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmaları perspektifinden incelendiğinde, asimetrik bir savaşın ve hibrit tehditlerin belirgin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizin maruz kaldığı bu yıkım, sadece fizikî bir tahribat değil, aynı zamanda toplumsal mühendislik ve psikolojik operasyonlarla desteklenen kapsamlı bir kaos stratejisinin yansımasıdır.
Tarihin Tekerrürü ve Misyonerlerin İtirafı: Geçmişten Günümüze Karanlık Eylemler
Tarihsel yazılı kaynaklar ve misyonerlerin hatıraları, Anadolu’nun hedef alınan coğrafya olduğunu açıkça göstermektedir. 19. ve 20. yüzyıl misyonerlerinin hatıratları ve diplomatik yazışmalar, bu coğrafyalarda bilinçli olarak kaos ve istikrarsızlık yaratma amacıyla ormanların kundaklandığına dair çarpıcı itiraflar içermektedir. Örneğin, bazı Batılı misyonerlerin Anadolu’daki Hristiyan nüfusu desteklemek ve Osmanlı Devleti’nin direncini kırmak için kırsal bölgelerde yangınları teşvik ettikleri, bölgedeki ekonomik ve sosyal yapıyı bozmaya çalıştıkları bilinmektedir. Bu tarihsel bağlam, günümüzdeki yangınların arkasındaki kötücül niyetin bir “Deja Vu” etkisi yarattığını göstermektedir. O dönemde hedef, zayıflatılmış bir Osmanlıydı; bugün ise hedef, bölgesel güç olma yolunda ilerleyen güçlü Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu nedenle, o dönemde de bugün de devletin beka sorumluluğu doğrudan hedef alınmaktadır.
Yeni Nesil Savaş Metodolojileri: Hibrit Tehditler ve Dördüncü Nesil Savaş
Günümüzde karşı karşıya kaldığımız asimetrik saldırılar, özellikle “hibrit tehditler” ve “dördüncü nesil savaş” (4. Nesil Savaş) kavramlarıyla tanımlanmalıdır. Bu tür savaşlarda düşman unsurlar, doğrudan askerî müdahale yerine; ülkenin iç dinamiklerini hedef alarak, toplumsal huzursuzluk yaratma ve devletin kapasitesini tüketme amacı güden bir sabotaj eylemi olarak konumlanmaktadır.
Yakalanan faillerin kimlikleri de bu tezi güçlendirmektedir. Yangınlarla ilişkili olduğu tespit edilen şahısların bir kısmının FETÖ veya PYD iltisaklı olması, bu örgütlerin Türkiye’ye yönelik sinsi faaliyetlerini ve fiilî sabotaj eylemlerini sürdürdüğünü göstermektedir. Ayrıca, yangınların belirli bölgelerde yoğunlaşması, ekonomik ve turistik değerleri hedef alması, bu sabotajların stratejik amaçlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Medya ve Psikolojik Operasyonlar: Dezenformasyonun Yıkıcı Gücü
Yangınlarla sadece fiziksel yıkım sağlanmamış, aynı zamanda medya üzerinden yürütülen psikolojik savaş da devreye sokulmuştur. Sosyal medya başta olmak üzere, çeşitli mecralar üzerinden yayılan yalan haberler, manipülatif içerikler ve Goebbelsvari propaganda yöntemleri, toplumda korku, panik ve öfke yaratmayı hedeflemektedir. Bu dezenformasyon kampanyaları, hükümetin yangınlarla mücadeledeki çabalarını itibarsızlaştırmak, uluslararası yardımları engellemek ve kamuoyunu yanıltarak devlete olan güveni sarsmak amacı taşımaktadır.
Bu tür psikolojik operasyonlar, özellikle “bilişsel savaş” (cognitive warfare) olarak adlandırılan yeni nesil çatışma alanının bir parçasıdır. Amaç, toplumu ayrıştırmak, kutuplaşmayı derinleştirmek ve en nihayetinde ülkeyi “eski Türkiye” dönemine çekmektir. Böylece ulusal irade, parçalanabilir ve dış müdahalelere açık bir yapıya dönüştürülebilir.
Devletin Direnci ve Ulusal Birlik: Bekası Korumak
Türkiye, son yıllarda maruz kaldığı tüm saldırılar gibi bu hibrit savaşın da üstesinden gelecektir. Küresel ve bölgesel aktörlerin Türkiye’nin yükselişini engellemek için rakip unsurları harekete geçirmesi anlaşılmaması gereken bir neden değildir. Ülkemize karşı yürütülen bu asimetrik saldırılar, Türkiye’nin gelişimini durdurmayı, istikrarsızlaştırmayı ve uluslararası arenadaki konumunu zayıflatmayı amaçlamaktadır.
Bu karanlık senaryoya karşı durmak, her bilinçli vatandaşın ve kurumun asli görevidir. Bilinçli vatandaşlar olarak, bu oyunun parçası olan her odakların iyi analiz edilmeli, kimin ve hangi amaçlarla hareket ettiği toplumuza gösterilmelidir. Bu kişiler ne yaparsa yapsın, toplumsal dayanışmaya zarar bırakılmamalı ve hukukun gerektirdiği şekilde hesap verilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası her türlü kişisel hesaplaşmadan üstündür. Vatan hainlerine ve manda zihniyetli gruplara meydan okunacak, aziz devletimiz dimdik ayakta kalacaktır. Tevazu gösteren, barışçıl bir Türkiye değil; adalet ve caydırıcılık ilkesini esas alan bir Türkiye geleceği inşa edecektir.
Vatandaşlarımızın en büyük sorumluluğu, bu bilinçle hareket etmektir. Toplumsal reflekslerimizi harekete geçirerek birliği pekiştirme ve bu planlara karşı topyekûn bir duruş sergileme zamanı gelmiştir.
Türkiye, bu ateşten daha güçlü çıkacaktır. Ancak bu süreçte, her birimizin bu büyük oyunu anlaması ve vatanımıza karşı durması temel gerekliliktir.
Unutulmamalıdır: Bu ülke ve bu millet dimdik ayakta kalma vakti şimdi!