BAL KIZ ile DAL ÇOCUK…

Öylesine eşi emsali bulunmaz otoriter!  bir kültürümüz var ki, bizde demokrasinin kısıtlı olmasına değil, şu haliyle bile var olabilmesine bile şaşar kalırım çoğu kez…

Hem zaten tüm bu baskılamaların çıkarımı değil midir; Ölümü göstererek, sıtmaya razı etmek? Beklenti bu olunca da farklı bir sonuç beklemek biraz safdillik olmaz mı sizce?

Son süreçte tanık olduğumuz gelişmeleri anımsayın lütfen;

Üniversiteye yeni gelen arkadaşlarını bir tiyatro oyunuyla karşılayan öğrencilere ödül olarak verilen dayaklı, okuldan uzaklaştırmalı emsalsiz cezalar…

Bir bilimsel toplantıda soru sorduğu için hakkında dava açılıp sürüm sürüm süründürülen öğretmenler…

“Sarışın Türk olmaz” la başlayıp, fotoğrafları engellenmeye çalışılan, sonunda büyük Atatürk’ü Milli Eğitim müfredatında birkaç sayfayla sınırlayan Bakanlık yetkilileri…

Bir gösteride ağzı açık fotoğraf çektirdi diye (sanki suçmuş gibi) slogan atmakla suçlanan kamu görevlileri.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği özel günde; Bir İl Genel Meclisi salonunda, kadın üyelerin “Kadınlar herkesin gözü önünde öldürülüyor” yakınmasını, Ne yapalım öldürülüyorsa, erkekler öldürülmüyor mu … diyerek azarlayan Meclis Başkanları.

Daha da ötesi, bir öğretmenin öğrencilerine insan resmi/figürü çizdirmek isteyip de; günah çizemeyiz yanıtının alındığı bir ülkedir söz konusu olan dostlarım…

Bunlar rüya değil, mizah öyküsü değil, orta çağın karanlıklarında geçen olaylar hiç değil!.. Günümüz karanlığının, ete-kemiğe bürünmüş hınç ve cehaletin, toplumsal yaşamımıza acımasız ibretlik yansımaları.

Ve böylesine karabasansı bir ortamın ürünü… Bakmaya kıyamadığımız, Can parelerimiz, Geleceğimiz, Umut çiçeklerimiz, sevgili çocuklarımız.

Aslında yüreğimizi hafifletmekten öte hiçbir şey yapamadık onlar için. Bal kız-Dal çocuk Bataklıkta yetişen nilüfer çiçekleri gibi geliştiler. İkiyüzlülüğün, çıkarcılığın, bencilliğin, şekilciliğin, kavram karmaşıklığının, inanç yoksunluğunun, çağdışı eğitimin, yoz-sahte ahlakçılığın kokuşmuş ortamında yeşerdiler.

Anlamadan, sevmesini bilmeden, içine doğdukları çağı kavrayamadan, güzel örnekler sergileyemeden ve de geleceğe hazırlayamadan yetiştirdik onları…

Gözlerini açtıkları dünyayı beğenmediler ve ona inanmadılar. Haklıydılar!.. En azından haksız olduğumuz kadar.

Yine de çiçeklendiler. Dağ eteklerinde, kırlarda, kendi kendine yeşeren yabani, diri, renkli çiçekler gibi… Taze, emsalsiz, beklenmedik!

Bir kez daha onları anlamadık, anlamak istemedik. Güzelliklerinin ayırdına tam olarak vardığımız da söylenemez. Kalıp dışı idiler, kalıplaştırmaya kalktık… Delice güzeldiler, çirkin gördük… Analarının ak sütü denli temizdiler, kirlettik… Sevgi dolu geldiler, öteleyip ittik.

Başarısızlığımızın, beceriksizliğimizin, Dayanışmayı salt lafta anışımızın, çapsızlığımızın hesabını onlardan sorduk. Kendi dünyamızın Ben merkezli kısır, ürünsüz kavgalarını onların üzerinden yaptık. Bir kez olsun gerçekleştiremediğimiz öz eleştiri  kültürünü, dönüp onların hanesine Günahlarımızın kefareti olarak ödettik!..

Bizden öte idiler. Yüksünüp, muhtemeldir ki kıskandık! Tüm yetmezliklerimizin, yaya kalışımızın nedenlerini onlarda aradık.

Erişememenin, yetmezliklerimizi gözlerinde okumanın kızgınlığı… Kusurları başkasında aramanın bilinçaltı mızıkçılığı ile yüklendik yeni kuşağa.

Ezercesine, yitirircesine, bilmek-anlamak istemezcesine!

Şimdilerde, Bal kız ile Dal çocuk bir yerlerden bakıyorlar…

Yalnız, kırık ve hüzünlü… Görebiliyor musunuz?