BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU ANLATIYOR

Yığınları topluma dönüştüren, sahip olduğu kültürel değerler bütünüdür. Yüzyıllar içerisinde oluşan canlı bir organizmadır bu bütün. Onun olmazsa olmaz aktörleri, bayraktarları vardır; elden ele değişerek, çoğalarak büyüyen!

Bir toplumun yetiştirdiği şairler, yazarlar, ressamlar, en geniş anlamıyla sanatçılardır, kültür dediğimiz organizmanın en önemli unsurları! Trabzon şehri, dünyaca ünlü sanatçılarına sahip çıkmasa bile bu unsurları selamlamak, miraslarına sahip çıkmak bizim asli görevimizdir!

Trabzon'u yıllarca yönetenler, böyle düşünmeseler de ben asli görevimiz olduğunu düşünenlerdenim. İşte tam bu nedenden dolayı Türkiye sanatının, resminin ve şiirinin büyük ustası, Trabzonlu Bedir Rahmi Eyüboğlu'nu tanıtmada duyarsız kalamazdım bir Trabzonlu olarak!

Bir dört dakikanızı ayırıp bu yazıyı okursanız Bedir Rahmi Eyüboğlu hakkında bilmediğiniz çok şeyi öğrenmiş ve onu çok iyi tanımış olacaksınız. Hadi iyi okumalar!

"Efendim, size 'Ali Bedreddin adlı çocuğu tanıtın!' desem ne dersiniz?"

"Trabzon Görele'de Maçkalı Eyüboğlu ailesinden, Mülkiye mezunu Mutasarrıf Rahmi Bey ve Polathaneli Serdaroğulları ailesinden Lütfiye Hanım'ın ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Aile içinde bana "Kara Oğlan" denir. Ağabeyim Sebahattin Eyüboğlu'na ise aile içinde "Sarı Oğlan" denilmiştir."

"Efendim, doğduğunuzda size ad olarak Ali Bedrettin koyup 'Karaoğlan' diye sevmişler. Daha sonra adınız nasıl Bedri Rahmi'ye dönüştü?"

"Evet, 'Karaoğlan' diye sevmiş ve seslenmişler. Her nasılsa zaman içinde Ali Bedrettin'in Ali'si unutulmuş, Bedrettin de Bedir'e; Bedir de Bedri Rahmi'ye dönüşmüş. Daha sonra da hep Bedri Rahmi diye yazılmış."

"Efendim, o zaman anladığım kadarıyla Bedri Rahmi sizin takma adınız öyle mi?"

"Evet öyle! Benim nüfustaki adım Ali Bedrettin'di. Ancak kullandığım ad Bedri Rahmi ve hep onu kullanmaya devam edeceğim."

"Efendim, 'Trabzon Görele'de doğdum.' dediniz. Görele, Giresun'un kazası. Diliniz mi sürçtü?"

"Hayır! Ben 1911 doğumluyum ve o yıllarda Görele Trabzon'a bağlıydı. Onun için 'Trabzon Görele'de doğdum.' dedim."

"Doğru ya, efendim özür dilerim. Bize biraz doğumunuzdan bahsedebilir misiniz? Sizi şimdiye kadar tanımamış ve okumamışlar için bir fırsat olur. Maçkalı olup Görele'de doğmuş olmanızı anlamalarına faydalı olur diye düşünüyorum."

"Babamın Görele Kaymakamı olmasından ötürü Görele'de doğmuşum. Beş kardeşin ikincisiyim. Sebahattin, Ali Bedrettin, Nezahat, Mualla ve Mustafa. Babam daha sonra Orta Anadolu'da çeşitli ilçelerde kaymakamlık yapmış."

"Efendim, babanızın kaymakamlık yaptığı yerler nerelerdi?"

"İstiklal Savaşı'nda Kütahya ve Artvin mutasarrafı olmuş. Daha sonra da Trabzon milletvekili olmuş."

"Efendim, babanız da edebiyatı sever miydi?"

"Babam Rahmi Eyüboğlu edebiyatı çok severdi. Beş kardeşi bir araya toplar, bize Victor Hugo'dan Moliere'den tercümeler yapardı. Bu edebiyat sevgisini anamızın Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan'dan boyuna tekrarladığı türküler, ninliler, ilahiler beslerdi."

"Efendim, siz o yıllarda hiç o zamanki devlet büyüklerimizle karşılaştınız mı?"

"Bakın size bir anımı anlatayım. Sene 1919... Henüz sekiz yaşındayım. Kurtuluş Savaşı yılları... Babam Niksar, Erbaa, Aziziye ve Havza kaymakamlığından sonra Kütahya mutasarrafı olarak göreve atanmıştı. O sıra Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Kütahya'ya gelmiş, bize uğramıştı. Beni kucağına aldı biraz sevip, konuştuktan sonra babama dönerek 'Rahmi Bey, bu çocuğa dikkat et; bu büyük adam olacak!' demişti."

"Efendim, o yıllar aklınıza hiç ressam olacağınız gelmiş miydi?"

"Çok iyi hatırlıyorum. 1923... Yine hayale dalmış aklımdan şunları geçiriyordum. 'Eğer bizi göklere asan ömür ipleri hep bir büyüklükte ise ileride kimbilir neler yapacağız? Belki ben tanınmış bir ressam olacağım! Belki ağabeyim yüksek bir lisancı; mükemmel tercüme yapan, tatlı yazılarını herkese sevdiren bir edip olacak! Hey yaratan! Bütün bunlar olacak."

"Hayalleriniz harfiyen olmuş. Allah'ın sevgili kuluymuşsunuz. Efendim, Trabzon'a döndüğünüz yıllarda Trabzon nasıldı?"

"1925 yıllarında Trabzon, liman inşaatı sebebiyle çok sayıda yabancının yaşadığı, kozmopolit bir ticaret şehriydi. Benim için bitmek tükenmek bilmeyen futbol maçları, tenis turnuvaları ve bisiklet gezilerinden ibaretti. Okulda on aldığım tek ders Türkçe - Edebiyat'tı. Düzenli günlük yazardım ve sınıf arkadaşlarımla 'Serçe' adıyla bir dergi çıkarırdık."

"Efendim, siz o yıllarda Trabzon'da sanatın ocağını alevlemişsiniz!"

"Sanatın ocağı dedin de bak, 17 Mart 1927 yazdığım bir şiiri sana okuyayım:

"Sanatın ocağında alev olmak derdim

Yarabbim ya akıl ver..Ya verdiğini al

Ya bana bir yol göster, ya da yerden yere çal

Sanatın ocağına alev olmak derdim

O zaman ne gelecek bir kaderin tortusu

Ne öğretmen korkusu ne de sıfır korkusu

Ne öfkeli bir bakış ne de sert bir kelime

Bırak beni sanatın ufkunda haykırayım

Ya kafamı kırayım ya fırçamı kırayım"

"Efendim harika yazmışsınız! Ancak şiirin içinde saklı bir siteminiz de var. Bunu anlatmadan önce resim yapmada sizde ışık gören bir hocanız olmuştur diye düşünüyorum! Onunla başlayıp şiirin içindeki sitem kime olduğuyla bitirirseniz memnun olurum."

"Lise 10. sınıfta edebiyat ve şiir dışında bir tutkum daha vardı. O da resimdi. Bir yıldan beri resim öğretmenim olan Zeki Kocamemi, bende bir ışık görmüş olacak ki kendi yeteneğimi keşfetmede bana çok yardımcı oldu. Benim ressam oluşuma bilmeden asıl sebep olan kimse o şiirde sitem ettiğim Trabzon Lisesi Müdürü Şerif Bey'dir."

"Efendim sizin abiniz Sebahattin Bey'e düşkünlüğünüz biliniyor. Parlak bir öğrenci olmasından dolayı Devlet Baba onu Avrupa'ya yollamış. Abiniz olmadan siz Trabzon'da ne yaptınız?"

"Canım gibi sevdiğim ağabeyimden ayrıldıktan sonra eskiden kendi kendime yeterken, artanıyla coşkuyla kaplumbağaları maviye boyarken, günde üç kez akşam olmaya başladı. Ağabeyimin olmayışı beni allak bullak etmişti."

"Ne Alman arkadaşım Rudi’nin kız kardeşi Lena Hanım, ne bitip tükenmek bilmeyen futbol maçları, ne tiryakisi olduğum tenis turnuvaları, ne de çok sevdiğim bisikletimle ardı arkası gelmeyen gezintiler beni bir türlü yatıştırmamıştı."

"Bir taraftan ağabeyimin yokluğuyla yıpranmış, öte yandan Trabzon Lisesi müdürü Şerif Bey'in baskısından bunalmış, hayata küsmüştüm."

"Efendim, bildiğim kadarıyla sizin aynı zamanda matematik öğretmeninizdi. Nasıl bir hocaydı?"

"İnsan olarak belki dünyanın en iyi insanı, ama hoca olarak en kötü hocasıydı. Kasıp kavururdu ortalığı. Azrail gibi bir adamdı! Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı sınıfta, Rüknettin Resüloğlu. Şerif Bey sınıfa girip de bizi yan yana gördü mü onu sınıfın bir köşesine atardı, beni bir köşesine. 'İkiniz bir araya gelince, olursunuz Vesvasül Hannas!' derdi."

"Vesvasül Hannas da ne demek efendim?"

"Geri çekilerek, sinerek fırsat bulunca, vesvese vermek için dönüp gelen... Sinsi şeytan! Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan demek!

“Efendim, müdürün davranış şekli sizi Trabzon’dan soğutmuş!”

“Hiç unutmam bir gün, matematik dersinde başarısız oldum diye bütün okulun önünde beni aşağıladı. Beni Trabzon'dan soğuttu. Bu yüzünden çocukluk yıllarım kapkaranlık geçti. Yaşadığım topraklardan, Trabzon'dan onun yüzünden kaçtım. Can havliyle soluğu akademide aldım." (DEVAMI HAFTAYA)