Yüzyılların üretim-yaratım ve daha güzel yaşama savaşımı, öncelikle el-kol, fiziki ve biyolojik yani bedensel güce dayalı olarak süregeldi. Kuşkusuz bu bedensel gücün kumanda merkezi Beyin’di. -Beynin yürekle uyum ve birlikteliği başka bir yazı konusu ki Yürek’e haksızlık edip küçümseyemem, yok sayamam- İnsanlığın bilinen geçmişine/tarihine bakıldığında bu “et parçası” dudak uçuklatan buluşlarıyla ve toplumsal devinimlerle, çağlar yıkıp çağlar açan, insanlığı yücelten değerleriyle, devrimleriyle hiç de öyle küçük bir et parçası olmadığını kanıtlamış olmalı, ısrarla anlamak istemeyenlere de.
“İlkel Toplum” diye tanımlanan ilk komünal yaşamda ve daha sonraları insanlık adına büyük toplumsal devrimler olan ve her biri sonraki sistem/düzen tarafından daha güzel olacak savıyla yıkılan, günümüzde de vahşi kapitalizm/emperyalizm diye tanımlanan ve insanlık için yeni bir çığır açacak olan ama kuşkusuz son evre olmayacak bir oluşum/yaratım süreci yaşanmakta. Bunun temel çıkış noktası insan beyninin kendisi, emsalsiz gücü ve kuşkusuz tarihsel deneyim ve birikimlerdir. Bilimsel ve kültürel gelişme, teknolojik gelişmeyle hız kazanırken günümüzde çok çok daha hızlı bir teknik-bilişim-iletişim dönemiyle ve de “yapay zekâ” gibi yarın ne olacağı kestirilemeyen bir “acayiplik” sarmalına uyum sağlamaya ve yol almaya çalışıyoruz.
Kimi zaman “akıl”, kimi zaman “zekâ” diye de adlandırılan, süreç içerisinde yeti ve yeteneklerin de çok belirleyici olduğu saptanan potansiyel bir güç; ucu açık, yaratım becerisi aslında sınırsız. Bugün biz insanoğlu gelinen düzey ya da tanıklığımız oranında ancak sorgulayabiliyoruz bu beyni ve gücünü. Yarın için net bir öngörüde bulunmak olanaksız.
Bu arada insan beynini araçsallaştırarak kötü söz sayılabilecek, olumsuz göndermeler de yaygın. Örneğin, küçümsemek ve çoğu zaman hakaret için sıkça kullanılan “beyinsiz”, “beyni yıkanmış”, “beynini kiraya vermiş” dahası “satılmış beyin” yargıları günümüzde sık kullanılmakta. Beynini kiraya verenlere ilişkin bir değerlendirmeyi öne çıkarmayı, hakaret dilini ötelemeyi yeğleyerek düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Şu tanımlamaları/nitelendirmeleri anımsatarak devam etmeli. Kendi yeti ve yeteneklerini, düşünsel derinliğini ve yaratıcı gücünü kullanmak yerine bir görüş ya da inancın etkisi ile davranmak; sorgulayamamak… “Yanlış” a yanlış, “doğru” ya doğru diyememe… Bilginin kirliliğinin yanında “muhakeme edilmemiş hali”; “körü körüne bağlılık” … Aidiyeti önceleyen ilişki, etnik-dinsel-siyasal-kültürel ön kabuller…
Özel sayılabilecek yaşamda da izlerini görebileceğimiz “beynini kiraya vermek” olgusu insan yapısının değişim ve dönüşümüne ilişkin çarpıcıdır. Kitlelerin yönlendirilmesi için “beyin yıkama” nın yanında “beyin kiralaması” birbirine koşut ve uyumlu iki kulvarı andırır. Birbirine geçiş sağlayan tüneller gibi. Beyin yıkamanın günümüzde daha “bilimsel” ve sosyolojik, düzenli/sistematik, düzeyli, teknolojiye dayalı büyük bir sektör bağlamında yürütüldüğü dikkate alınırsa ne denli kitlesel etkisi ve tehlikesi olduğu/olabileceği daha iyi anlaşılır.
Siyaset dünyamıza yön veren kimi önderlere ya da önderlik savında olanlara gönüllü akıl verenin yanında kayıtsız “akıldanelik” yapan, “yarenliği bedava satan” da boldur. Yazılı ve görsel medyanın yanında sosyal medyada, hele son yıllarda “akademi” dünyasında “gönüllü kiralıklar” her fırsatta ortalığa saçılırlar. Bunların bir bölümü zaman içerisinde gerçek rotalarından ne denli uzaklaştıklarını görebilir, “nedamet” getirebilirler. Bir kısmı nemalanmaya endeksli görüş ve düşünceleriyle “her devrin adamı” ve “kullanışlı aparat” önadına/sıfatına yakışan kimlikleriyle tarihin hak ettikleri sayfasında yerlerini alırlar.
(………)
Günümüz Kapitalist/para egemen dünyasında ve “altta kalanın canı çıksın” acımasızlığında aklını doğru kullanmanın nesnel yanı azalmıştır. Elbette para egemen ilişkilerde değerler bu ana eksene/belirleyiciye dayanır. Bilimsel/akademik anlamda “danışmanlık”, niteliği ve yetkinliğiyle yapılan öneri sunma, koşullara ve gereksinimlere göre davranma, izlence oluşturma süreci zorunlu bir durum iken, bunun “sulandırılması”, çıkar ilişkileriyle biçimlenmesi iyi niyeti ve çabaları gölgeler. Sözüm iyi niyetle eylemini çeliştirmeden, sistemin suistimal kapılarına yaklaşmayan, barınma ve güzel yaşama çabasını, emeğini-hakkını-hukukunu bilerek çalışanlara değil kuşkusuz. Sosyolojik anlamda bir “toplum mühendisliği” ile, yönlendirme, yanıltma, algı oluşturma ve nihayetinde toplumu biçimleme amacı taşıyan siyasi çıkarcılara beynini araç/alet edenlere; “kullanılanlara”!
Sosyal yaşamda, kültürel-sanatsal ilişkilerde, siyasette “idol”, kimilerine göre “müstesna” sayılabilecekler dahil bir sorgulayamama, itiraz edememe, seçenek sunamama; kayıtsız kabul durumu… giderek beynini kiraya vermiş bir davranış-tutum sayılmaz mı?
Yine siyaset tarihimizde, kültür-sanat-yazın dünyamızda bolca karşılaştığımız, “yandaş” ve “karşıt” / “muhalif” oluşumlar, biraz da “entel” yaklaşımla “özgürlük” maskesine gizlenerek omurga evrilmesinden, omurga kırılmasına varan; birilerinin çok tartıştığı ve sık kullandığı “dönek” sözcüğünü/ithamını doğal olarak akıllara getiriyor. Kuşkusuz çok uç bir nitelendirme. Ancak siyasi tanımlamanın zorunlu karşılığı; ideolojik ilke ve tutarlılıktan, vefa ve değerbilirlikten uzaklaşmanın son durumu değil mi “döneklik”!
Siyasi tercihlerinde omurgasını bükmeden uzlaşı kültürü ve ortak ülküleri/değerleri/ütopyaları diri tutup genişletmek amacıyla bir araya gelme çabası kuşku yok ki bir özveridir, büyüklüktür. Kavram karmaşasına düşmeden, kendi meşruiyetini oluşturmaya çalışan, at izi ile it izini boyayarak kitleleri yanıltmayı beceri ve siyaset sananlar bir daha düşünmeliler! Bu gerçekliği ülkemizde görmeden doğru bir çözümleme, nesnel bir izlence ve buna uygun siyaset nasıl yapılır diye sorgulamak gerekmez mi?
-Yarınlar Güzel Olacak-